29 Aralık 2009 Salı

MUTLULUĞUN SIRRI......

Biz Cumartesi günü Eti Çocuk tiyatrosunun ,ücretsiz Pinokyo oyuna gittik.




2
















Geçen gün bir tanıdığıma, Deniz ile birbirimize ne kadar bağımlı olduğumuzdan bahsediyordum. Evet bizim anne-kız ilişkimiz bağlılık değil maalesef, bağımlılık...
Tanıdığımda aşağıdaki maili atmış bana , Gülse Birsel'in kaleminden çıkma
Gerçi keyifle okudum ama "bekara karı boşamak kolay" demekten de kendimi alamadım.


Toplanın, mutluluğun sırrını veriyorum!
Bir kere şu ortaya çıktı: Para, mutluluk getirmiyor kardeşim! Modern dünya, sadece 'daha zenginlerin', 'daha az zenginlerden' biraz daha mesut olduğunu,
bu saadetin de 'üstünlük' hissinden kaynaklandığını ve uzun sürmediğini keşfetti! Psikologlar 'mutluluk' konusuna takmış durumdalar.
Temel ihtiyaçları karşılandığı sürece, daha fazla para ekstra bir mutluluk getirmiyor.
Peki, kim, niye mutlu oluyor? Time dergisinin son sayısı, birçok bilim adamının bu konuda yaptığı araştırmalardan çıkan ilginç sonuçları konu alıyor. Mutluluk, bizim sandığımız etkenlerden çoğuyla hiç bağlantılı değil!
Para? Hiç alakası yok!
Eğitim? Hiç etkisi yok!
Zekâ? Aynı şekilde!
Gençlik? Bilakis! Yaşlıların hayattan gençlere göre daha çok zevk aldıkları ve depresyona daha az meyilli oldukları kanıtlanmış!
Evlilik? Araştırmalara göre, evli insanlar bekârlara göre biraz daha mutlu olsa da, bunun sebebi zaten mutlu olmaya meyilli insanların
evlilikleri daha kolay yürütmesiyle ilgili olabilir!
Güneşli havalar? Hayır! Amerika'nın bol yağmurlu bölgelerinde yaşayanların Kaliforniyalılara göre daha depresif olmadığı kanıtlanmış!
O zaman insanları mutlu eden ne?
Bulgulara göre dini inanç insanların mutluluğunu artıran önemli bir etkenmiş. İnanan insanlar zorluklara karşı daha kolay göğüs geriyor ve daha iyimser oluyorlarmış.
Arkadaşlar, mutsuzluğa karşı müthiş bir ilaçmış! Ahbapları, dostları, aileleri ve çevreleriyle daha yakın ve sık ilişki kuran insanlar karamsarlıktan uzak kalmak için en etkili formülü bulmuşlar.
Bu arada, mutlu olmak için bir grup psikoloğun kullandığı 'gün inşa etme' metodundan bahsetmek lazım. Denekler bir gün önce dakika dakika ne yaptıklarını hatırlayıp, bu aktivitenin onların açısından mutluluk düzeyini birden yediye kadar işaretliyorlar. Bu test 900 kişide uygulanıyor.

Sonuçlar ilginç...

En çok mutluluk veren aktiviteler, arkadaşlarla sosyalleşme, evde yatıp gevşeme, dua etme ve yemek yeme... Bunları spor yapma ve televizyon seyretme takip ediyor. Tuhaf ama 'çocuklarla ilgilenmek' listenin en altlarında, ev işinin bir sıra üstünde yer alıyor!
Çoğu insanın hayatında mutluluğunun kaynağı olarak gördüğü çocukların, günlük hayatın mutsuzluk sebeplerinden biri olması ilginç!

Demek ki, mutlu ettiğini sandığınız her şey mutlu etmiyor! Ancak, günlük hayatta insanı sinirlendiren, geren, mutsuz eden ufak tefek olaylar,
hayatın genelinde mutluluk kaynağı olabilirmiş! Sürekli şikâyet ettiğiniz stresli işiniz, hayatınızın en önemli rengi olabilir örneğin.
Psikologların bu konuyla ilgili edindiği farklı bir bulgu da: 'Sonların gücü'! Sözgelimi, sizi çok mutlu eden bir ilişki,
son bir haftasında berbat kavgalar ve gözyaşı dolu bir ayrılıkla sonlanıyorsa, bütün hayatınız boyunca o ilişkiyi kötü hatırlıyorsunuz!


Bu konu, kolonoskopi yaptıran bir grup insan üzerinde test edilmiş. Biliyorsunuz kolonoskopi, bağırsaklarla ilgili rahatsız edici,
biraz acılı bir muayene metodu. Bir grup hastaya standart kolonoskopi yapılmış. Diğer grupta ise kolonoskopi aleti, muayeneden sonra 60 saniye hareketsiz bırakılmış. Hastalara acı veren bölüm aletin hareketleri olduğu için, uygulama 60 saniye daha uzun sürdüğü halde,

muayenenin sonu 60 saniyelik acısız bir zaman dilimiyle bittiği için, ikinci gruptaki hastalar, uygulamayı, ilk gruba göre daha az rahatsız edici bulmuşlar!

Peki, herkes mutlu olabilir mi? 1996'da yapılan bir araştırmaya göre, bir insanın hayatından memnun olması, yüzde 50 oranında genetik yapısına bağlı! Genler neşeli, rahat bir kişilik yapısını, stresle başa çıkma kapasitesini, depresyon ve endişeye mehili yönlendiriyor!
Eğer bir insan genetik olarak mutluluğa meyilliyse, başına berbat şeyler de gelse, hatta kaza sonucu bir uzvunu bile kaybetse, zaman içinde,
eski mutluluk seviyesine ya da ona yakın bir noktaya dönebiliyor!

Bütün psikologların üzerinde fikir birliğine vardıkları üç mutluluk formülü var:
Şükretmek, iyilik yapmak ve yaptığın işi sevip daha çok konsantre olmak! Şükretmek, hayattan duyduğun memnuniyeti ifade etmek,
hatta bunu düzenli olarak yazmak ve söylemek, sadece insanın keyfini yerine getirmekle kalmıyor;

Kaliforniya Üniversitesi'nin araştırmasına göre fiziksel sağlığı düzeltiyor, enerji seviyelerini yükseltiyor, acı ve yorgunluğu azaltıyor! İyilik yapmak, sözgelimi düzenli olarak bir huzurevini ziyaret etmek, bir komşuya yardım etmek, babaanneye mektup yazmak,
mutluluk derecesini ani ve dramatik biçimde artırıyor!
Ne para, ne aşk, ne güneş, ne gençlik. Yaptığınız işi sevip, o işe bütün konsantrasyonunuzu ve enerjinizi severek vermek de,
mutluluğun formüllerinden biri. Marangoz olsanız da, doktor olsanız da böyle.
O kadar araştırma, kolonoskopi de ekstra 60 saniyeye katlanan denekler (!), yazışmalar, toplantılar, istatistikler...
Psikologlar yine bize anaokulunda öğretilenlerle kutsal kitaplarda yazılanları bulmuşlar:
Mutlu olmak için çalış, iyilik yap, şükret!

11 Aralık 2009 Cuma

BİYOLOJİ SINAVI

Biyoloji dersinde yapılacak sınav için herkes acayip çalışmış, notlar fotokopiler havada uçuşmuş. Sınav günü öğrenciler birde bakmışlar, ortada kağıt kalem yok, sadece sıra sıra mikroskoplar...

Hoca sınavı açıklamış:
-Bu mikroskoplardaki lamların hepsinde bir böceğin bacağı var, sınavınız: bacağından böceği tanımak.''

Tabi hemen itirazlar, feryatlar... Ama yararı yok, hocanın dediği dedik. Öğrenciler mikroskopların başına geçmiş. Ama birşey yapamıyorlar. Sonunda biri dayanamamış, kapıyı çarpıp çıkmış.
Hoca arkasından seslenmiş;
-Kimsin lan sen, kapıyı çarpıp çıkıyorsun?

Kapı hafifçe aralanmış ve bir bacak uzanmış: - Hadi bilsene kim olduğumu.... :)


Hamiş: iyi hafta sonları

9 Aralık 2009 Çarşamba

Pazar yürüyüşümüzü Reis'imizin yeni bulduğu bir parkurda gerçekleştirdik.
Rotamız Buca- Kaynaklara bağlı Vişneliköyü idi . Bu parkura ilk defa yürüdük , öncesinde zorlu olmayan bir yürüyüş olacağı ve Gölet'te gözlemeli bir kahvaltı söz konusu olduğunu söyledi reisimiz. cafederins Zehra ile daha önce birbirimizi yorumlar bırakıyorduk. Zehra katılmak istediğini ancak Derin'in yürüyemeyeceğini düşündüğünü belirtti. Bende Zehra'yı bu yürüyüyüşe davet ettim.


Biz pazar sabahı Konak' ta buluştuk ve sanki birbirini yıllardır tanıyan ama uzun süredir görüşemeyen iki arkadaş gibi çok güzel bir pazar günü geçirdik. Derin İle Deniz arkadaş oldular. Zehra'nın eşi kedisofrasi bize çok güzel gözlemeler yapmış. Biz haftaya hep birlikte yine yürüyüşteyiz.






Bahar ayında kısa olan bir yürüyüşte de kızlarıyla birlikte (Kızlar küçük olduğu için ve baharda bazen yürümek yerine sadece pikniğe gittimiz için)
karyamvedamlam ikiz annesi Dilek ve eşinide davet etmek isterim.

BİLİN BAKALIM BUNLAR KİM


4 Aralık 2009 Cuma

AŞÇILIK OKULU - ÇAM SÜSLEME GELENEĞİ

Bu güzel Aşçılık Okulu diyalogları Cuma gülmecelerimiz olsun.


































Bu güzel yazıda bugün mail kutuma düşen bir yazı
ÇAM SÜSLEME GELENEĞİ
Hıristiyanların İsa'nın doğuşu olarak kutladığı Noel bayramı, çok eski Türklerin yeniden doğuş bayramıdır.
Türklerin, tek Tanrılı dinlere girmesinden önceki inançlarına göre,yeryüzünün tam ortasında bir akçam ağacı bulunuyor.Buna hayat ağacı diyorlar. Bu ağacı, motif olarak bizim bütün halı, kilim ve işlemelerimizde görebiliriz.Türklerde güneş çok önemli. İnançlarına göre gecelerin kısalıp gündüzlerin uzamaya başladığı 22 Aralık'ta gece gündüzle savaşıyor.Uzun bir savaştan sonra gün geceyi yenerek zafer kazanıyor.İşte bu güneşin zaferini, yeniden doğuşu, Türkler büyük şenliklerle akçamağacı altında kutluyorlar.Güneşin yeniden doğuşu, bir yeni doğum olarak algılanıyor.Bayramın adı NARDUGAN(nar=güneş, tugan, dugan=doğan) Doğan güneş.Güneşi geri verdi diye Tanrı Ülgen'e dualar ediyorlar.Duaları Tanrıya gitsin diye ağacın altına hediyeler koyuyorlar,dallarına bantlar bağlayarak o yıl için dilekler diliyorlar Tanrıdan.
Bu bayram için,evler temizleniyor. Güzel giysiler giyiliyor. Ağacın etrafında şarkılar söyleyip oyunlar oynuyorlar.Yaşlılar,büyük babalar, nineler ziyaret ediliyor, aileler bir araya gelerek birlikte yiyip içiyorlar.
Yedikleri; yaş ve kuru meyveler, özel yemek ve şekerleme. Bayram, aile ve dostlar bir araya gelerek kutlanırsa ömür çoğalır,uğur gelirmiş.Akçam ağacı yalnız Orta Asya'da yetişiyormuş.Filistin'de bu ağacı bilmezlermiş.Bu yüzden bu olayın Türklerden Hıristiyanlara geçtiği ve bunu da Hunların Avrupa'ya gelişlerinden sonra onlardan görerek aldıkları söyleniyor.
İsa'nın doğumu ile hiç ilgisi yok. "Doğum,güneşin yeniden doğuşu"
SümerologMuazzez İlmiye ÇIĞ





22 Kasım 2009 Pazar

ben yanmasam,
sen yanmasan,
biz yanmasak
nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa
hava toprak gibi gebe
hava kurşun gibi ağır
bağır, bağır, bağır, bağırıyorum koşun!
kurşun eritmeye çağırıyorum

KAVAK YELLERİ VE DENİZ

Deniz, Güzelyalı'da Mehmet Akif Ersoy İ.Ö.Okuluna gidiyor. Cumartesi günleri de okulunda Türkçe ve Matematik kursuna gidiyor(Şimdi 3. sınıf öğrencisi için gerekli mi? diye sorabilirsiniz ama babamız böyle olmasını istedi)
Neyse efendim Yani annenin mesaisi Cumartesi de devam ediyor ,üstelik cumartesi günü servis yok babanın saati uymuyor.Ne oluyor Ayşegül Cumartesi saat 07,00 de kalkıyor,kahvaltıyı hazırlıyor Deniz'i kursa otobüsle bırakıyor yeniden otobüsle semt pazarına gidiyor oradan eve geliyor. Biraz ev işi yapıyor saat 11.00 de yeniden okula gidiyor. Kurs bitti ama Deniz eve gelmek istemiyor. Okulun karşısındaki parkta oynamaya başlamasıyla , benim "artık eve gidelim kızım" cümlelerim havada uçuşuyor. Okumaktan Sıkıldınız değil mi?

Bir Cumartesi günü sınıf arkadaşı Sedat'ın annesi parktan sonra bizi kahve içmeye davet etti. Sedatların evlerinin yan tarafında da Kavak Yelleri dizisi çekiliyormuş. Biz bahçede oturup kahvelerimizi içerken Sedat ve Deniz Dizinin çekim yapıldığı eve girdiler.



Kızların bayıldığı dizi Selena'nın Burak Öğretmen'i Gökhan Keser'de oradaymış .











Ve kurs sonrası parkta azan 3-A sınıfı öğrencileri.
Bu Blogu aslında yemek , kek, börek ,çörek tarifleri için açmıştım ama yukarıda okuduklarınızdan anlamışsınızdır.
Olsun benim ki de herşeyden bir parça blogu oldu.
Yarın için herkese iyi pazartesiler


20 Kasım 2009 Cuma

KARINCANIN SU İÇTİĞİ

Çiçeğin üzerindeki yağmur damlasından su içen bu kırmızı karıncanın fotoğrafını Macaristan'dan Andras Meszaros çekmiş ve bu müthiş kare sahibine vahşi doğa fotoğrafı ödülü kazandırmış.

12 Kasım 2009 Perşembe

KİTAP MİMİ

Ben de sonunda mimlendim. Yaklaşık 1 yıl 10 günlük blog yazarıyım.(Bu cümleden çok hoşlandım.) İkizannesi Sevgili Dilek beni mimlemiş üstelik en sevdiğim konu hakkında, kendisine teşekkür ediyorum.

1-Şu an okumakta olduğunuz kitap ve kısaca konusu
Dün akşam otobüste Don Brown'ın Dijital Kalesini bitirdim. Amerikan Hükümetinin kişisel haberleşmeyi bile izlediği bir birimde , uçuk bir kahramanın (hiroşima gazisi bir annenin engelli oğlu)bir yem atarak ana bilgisayara virüs bulaştırması , güzel ve akıllı Susan ,nişanlısı David ve Komutanı Smothere'in olayı çözerken yaşadıkları gerilimi anlatıyor. Kitaptaki en güzel cümle ise
"Bekçilere kim bekçilik edecek"

2-En son aldığınız kitap
Audrey Nifenegger'in Zaman Yolcusunun Karısı ve İhsan Oktay Anar'ın Suskunlar kitabını aldım.

3-Şimdiye kadar aldığınız kitaplar içinde en sevdiğiniz
Vedat Türkali Aşığı olarak Güven adlı kitabını çok çok sevdim birde yine Vedat Türkali'nin Kayıp Romanlar Kitabı (hatta Kayıp Romanları okuduktan sonra bir kız daha doğurup adını da Esme koymak istedim)

4-Bir türlü bitiremediğiniz,bitirsenizde sizi illallah ettiren kitaplar
Amin Maalouf' u çok sevmeme rağmen Yolların Başlangıcı kitabını bitiremedim, birde şu anda elimde sürünen Nedim Gürsel - Allahın Kızları kitabı var. Bitirirmiyim bilmem.

5-Elinizdeki kitap bitince okumayı düşündüğünüz kitap
İhsan Oktay Anar'ın Suskunlar kitabını okurum sanıyorum.

Şimdi mimleme sırası bende değilmi ? Benim gibi hiç mimlenmeyen ama mimlenmek için fırsat isteyen arkadaşlarımı mimliyorum.

4 Kasım 2009 Çarşamba

BU KALP SENİ UNUTURMU?


Pazar günü yürüyüşe gitmek için hazırlanıp ta iptal olduğunu öğrenince, evimize geri dönüp yayıldık. Deniz'e yeniden uyumayı teklif ettim ama Deniz bir daha uyuyamayacağını söyleyince , ben de kahvaltı hazırlıklarına başladım (Hem babamızla da kahvaltı imkanı bulduk, kendisi pazar günleri çalıştığından, bende açıkçası pazar sabahı 8 . 00 gibi uyanıp kahvaltı hazırlayamıyorum)Ben kahvaltıyı hazırlarken Deniz beni yanına çağırıp anlatmaya başladı



---Anne yeni dizi başlamış baksana


--- Annem kapat şimdi bu diziyi baban bir sürü söylenecek


--- Anne bu farklı , bak devrim falan diyor gerçek bir olayı anlatıyor galiba


--- AAA evet ben bunun fragmanını görmüştüm


Babamız yanımıza gelir,(Bu arada sabah saat 08.10)


---- ooooo yine dizimi seyrediyorsunuz ?

Ben

---- Aliciğim bu bir dönem dizisi , öyle sihirli , çocukların birbirine aşık olup büyük aşklar yaşarmış gibi yaptıkları durumlar yok. Bak bak arkadan K.... E...n in konuşmaları geçiyor


Deniz

--- Anne o kim ? iyi adam mı? Kötü adam mı?

Ben

--- 1980 yılında darbe yapan adam. İyiliğini kötülüğünü büyüdükçe, okudukça, öğrendikçe anlayacaksın? (Henüz 8,5 yaşında olduğu için kafası şimdiden karışmasın ve üzerinde bizim baskımız olmadan kendi kararları oluşsun diye bu tür açıklamalar yapmıyoruz)

Deniz

--- Peki 1980 yılında Demokrasi mi yoktu da insanlara zararlar verip durmuşlar , darbe ne demek


Ben ve Babası

--- Başbakan yoktu. Şeçimle başa gelinemiyordu, bütün yönetim askerlerin elindeydi gibi sözlerle anlatmaya çalıştık


Deniz her zaman ki gibi son noktayı kendisi koydu.....


---Anladım DEMOKRASİ VARDI AMA KULLANILMIYORDU!....


Salı Akşamı ödevini erkenden bitirdi. Birlikte " Bu kalp seni unuturmu" dizisi seyredildi, yeni

sorular soruldu, anne yanıtlar verdi.

En can alıcı soru " Anne Türkiye'deki insanlar nasıl bu kadar kötülük yapabildiler? bunlar gerçek mi anne?


Ben cevap vermeye çalıştım " insanlar bazen umduğumuzdan daha kötü olabilirler, öyle görünmeseler bile"




****Resim google görsellerden eklenmiştir.

1 Kasım 2009 Pazar

YÜRÜYÜŞLERİMİZ BAŞLADI
















yürüyüşlerimiz yaklaşık 3 hafta önce başladı, ilk parkurumuz Kavacık - Narlıdereydi. Bu
günde yürüyüş için hazırlandık, dışarı çıkıp yağmuru görünce reislerden birini aradık ve iptal olduğunu öğrendik.
Madem yürüyemedik bari eski resimleri yükleyim dedim.

26 Ekim 2009 Pazartesi

SİNANGİL PAKETİM ve HAVUÇLU KEK




Geçen hafta Sinangil'den çok güzel bir mail aldım.Yeni bir uygulama için deneme paketi geldi. Fotoğraf makinemin azizliğine uğradığımdan fotoğraflayamadım. Bende bu teşekkür yazısı için Sinangil'in kendi sitesinden kopyaladığım fotoğrafları kullandım.


Hafta sonu misafirlerim için hemen havuçlu kek yaptım. (Fotğraflar malum makine azizliği) Zaten uzun süredir kullandığım Sinangil ile kekim harika oldu.

3 yumurta
1.5 su bardağı şeker
1 su bardağı süt
1 su bardağı sıvı yağ
2 orta boy havuç
1 orta boy elma
1 avuç ceviz
1 çay kaşığı tarçın
3 su bardağı Sinangil kekun

Havuç ile elmaları rendeledim , içine cevizlerive tarçını ekledim.
Yumurta ile şekeri çırptım (Ben keklerimi çatal ile çırparım,mikser kullanmam)
sütü ve yağı ekledim, çırptım.Havuçlu karışımı ekledim. En sonunda ununu ekledim
175 C / 35-40 dak. pişirip soğuyunca servis tabağına aldık.
Sonuç ,Issız Adam yese benimkinden güzel olmuş derdi!!!!!!!!!!

24 Ekim 2009 Cumartesi

BİRBİRİNDEN GÜZELLER BURADA

Bilgisayar bir tane olunca

İkbal teyzemizde çok güzel ama Gülnihal Teyzemiz kendi resmini beğenmemiş silmiş
Kendilerini çirkin yaptıklarında bile çok güzeller değil mi?
Annesiz arkadaşlar hatırası olmaz dı

Deniz'in okulların açıldığı hafta veli toplantısı vardı. Toplantıdan dönerken Onur'u da aldık. Evde teyzeleri vardı, Kreş arkadaşı Ece'nin ailesi bir düğüne gidecek olduklarından Ece misafirimizdi, mahalle arkadaşı Ayşenur'da bizdeydi.

E ne oldu. Ortaya karışık güzellikler çıktı.

Resimlere bakarken k ..... kaşıyabilirmisiniz . Nazar değmesini istemeyiz.

20 Ekim 2009 Salı

H1N1

evet bugünlerde hep bu formül(artık formül mü bu ne bilmiyorum ) karşımıza çıkıyor. efendim neymiş bu Grip mikrobunun adı ben bunu ilk defa çöplüğün generali - Oya Baydar kitabında duydum , öğrendim. Beni okuyan varmı bilmiyorum ama lütfen Çöplüğün Generali kitabını okuyun ve yazarın böyle bir hikayeyi kurgularken ne kadar zeki olduğunu farkedin. Farkedin ve bizi nelerin beklediğini , olası bize ve çocuklarımıza , çocuklarımızın geleceğine neler yapabileceklerini görün.

10 Ekim 2009 Cumartesi

MANTARLI MAKARNA







Mart ayından kalma çok güzel sofra ve güzel tebessümlü arkadaşlıklar.

Ayıptır söylemesi makarna konusunda iyiyimdir.(Hiç kendimi beğenmem)

Barilla spagetti 9-10 dk haşlanır, süzülüp kenarda bekletilir.

3 tane yeşil biber,1 tane kırmızı biber, 1 büyük kuru soğan ve blca sarımsak doğranır sızma ile kavrulur. Mantar (400grlık paket mümkünse doğranmış olanından)
eklenir suyu salıp çakene kadar yüksek ateşte çevrilir. altı kısılıp 1 paket yemek kreması(200 gr) ile aşk yaşatılır. Makarna ile buluşturulur.

valla ben yanında kırmızı şarap severim, peynir tabağı olmalı yukarıdaki masada karidesli brokoli ve kızartılmış yoğurtlanmış kırmızı biber birde salata vardı.
Kesinlikle tavsiye edilir.

7 Ekim 2009 Çarşamba

''Türkiye; Atatürk'ü Allah'a Borçlusun, Geriye Kalan Her şeyi de Atatürk'e




''Türkiye; Atatürk'ü Allah'a borçlusun, geriye kalan her şeyi de Atatürk'e..." DANIEL DUMOULIN


Şili'nin başkenti Santiago'da belediye, kentte yaşayan kişilerin örnek alması için bir parka, Atatürk'ün sözlerinin yer aldığı rölyefini yaptırdığı bildirildi. Söz konusu rölyef Aynur Kasabalı'nın seyahatlerden birinde ortaya çıktı. Geçen yıl bir Güney Amerika ülkesi olan Şili'ye yaptığı seyahatte ilişkin izlenimlerini, şöyle anlattı:
"Şili'nin başkenti Santiago kentinin Belediye Başkanının, kentte yaşayan kişilerin örnek alması için Apoguindo Caddesi'ndeki Novigod Parkı'na, Atatürk'ün, üzerinde bazı sözlerin de yer aldığı rölyefini yaptırdığını fark ettim. O an kendim ve Türklüğümle gurur duydum. O anı kelimelere dökmem imkansız. Zamanım kısıtlı olduğu için Belediye Başkanı ile görüşemedim. Ancak tercümanım aracıyla yetkililere sorduğumda, Atatürk'ün kentte örnek alındığı, herkesin örnek alması için de bir parka Atatürk rölyefinin konulduğunu öğrendim."
YAZININ TERCÜMESİ
Rölyef ve rölyefin bulunduğu anıt duvarın üzerindeki yazının ise kendisini daha da şaşırttığını ifade eden Kasabalı, yazıda İspanyolca, "Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu, vatanının fedakar ve sadık hizmetkarı, benzeri olmayan kahraman, insanlık idealinin canlı emsali... Bütün hayatını Türk Milletine vakfetmiş, milletine kendi ruhunu, ateşini vermiştir. Hatırası milletinin ruhunu ateşli tutan sönmez bir meşale olarak yaşamaktadır" sözlerinin yazılı olduğunu belirtti.

6 Ekim 2009 Salı

yorumsuz valla

Hırpani kıyafetli dilencilere benzemiyordu. Üzerindeki giysiler eski, fakat temizdi. Eli yüzü temiz ve sağlıklı görünüyordu. Bülent o adam hakkında "Sapa sağlam adam gidip çalışacağına dileniyor, belki benden daha zengindir" diye düşündü. Zaten canı çok sıkkındı, birde sinirlenmişti.
Alaycı bir ses tonuyla:

Bülent: Ekmek parası mı istiyorsun?
Diğer adam: Hayır çikolata parası lazım!

Bülent'in kızgınlığı şaşkınlığa döndü. Espri yeteneği olan dilencinin hali de başka oluyor diye düşündü.

Bülent: Niye siz ekmek bulamayınca çikolata mı yiyorsunuz?
Diğer adam: Hayır. Ekmek bulamadığımız günler genellikle bulgur pilavı yeriz, onu da bulamadıysak aç yatarız.


Bülent adamın ciddi mi konuştuğunu yoksa dalga mı geçtiğini anlayamamıştı.

Bülent: Bu gün karnınız doydu üstüne tatlı mı istedi canınız?
Diğer adam: Fakirin canı mı olur ki, tatlı istesin beyim.

Bülent: Bu bir kamera şakası mı yoksa sen iş bulamamış stendapçı mısın?
Diğer adam: Hiçbiri değil. Sadece fakirim. Bugün karımın doğum günü, ona çikolata götürmek istiyorum.

Bülent: Doğum gününde yaş pasta alınır bildiğim kadarıyla.
Diğer adam: O bizim için değil zenginler için. Otuz yıllık evliliğimiz boyunca ona bir kez bile yaş pasta alamadım. Ama her doğum gününde mutlaka çikolata götürdüm. Çikolatayı çok sever.



Adamın söyledikleri Bülent'in dikkatini çekmişti. O akşam karısıyla kavga etmiş, kapıyı çarpıp kendini sokağa atmıştı. Arabasına da binmemiş sahile kadar yürümüştü. Denizi seyretmek de onu rahatlatmamıştı. Oysa eskiden denizi seyrederken çok rahatlardı. Dalgalar sıkıntısını alıp götürürdü.
Fakat karısının evde ağlıyor olduğunu bildiği için olsa gerek, hiçbir şey onu rahatlatmıyordu.

Dilenciyle konuşurken biraz kafası dağılmıştı. "Acaba söyledikleri gerçek mi, yoksa uyduruyor mu" diye düşündü.


Bülent: Cebinde bir çikolata alacak para yok mu şimdi?


Bülent'in sorusu üzerine adam ceplerini boşalttı, bir nüfus cüzdanından başka bir şey çıkmadı.

Diğer adam: Ben dilenci değilim. İşim yok. Günlük çalışırım, ne iş bulursam yaparım. Fakat bu gün bütün gün iş aradım, aksilik bu ya, hiçbir iş bulamadım.


Bülent oturduğu bankı işaret ederek yer gösterdi.

Bülent: Oturun biraz dertleşelim bari , dedi.


Adam çekingen çekingen oturdu yanına.

Bülent: Yokmu eşin dostun, borç alacak akraban?
Diğer adam: Fakirin akrabaları da fakir olur beyim. Bulurlarsa kendi karınlarını doyururlar.

Bülent: Dilenecek kadar çok mu seviyorsun karını ?
Diğer adam: Hem de çok seviyorum. Otuz yılımı aydınlattı o benim.

Bülent: Hımmmm. Aşk hemde otuz yıl süren aşk. Hayret doğrusu! Aşkın ömrü en fazla üç yıl diyorlar oysa. Sen otuz yıldan bahsediyorsun.
Diğer adam: Evet. Geçen yıllar sevgimi azaltmadığı gibi artırdı.

Bülent: Söyle o zaman nedir evlilikte mutluluğun sırrı? Söylediklerine bakılırsa sen mutluluğun formülünü bulmuş gibisin.
Diğer adam: Ben ilkokulu bile bitirmedim. Öyle formül falan bilmem.

Bülent: Formül dediysem fizik formülü sormuyorum yaw. Bende altı yıllık evliyim. Sevdiğim kadınla evlendim, fakat mutlu değilim. Sürekli kavga ediyoruz. Daha iki saat önce kapıyı çarptım çıktım. Evimiz, arabamız, işimiz, gücümüz, her şeyimiz var, ama mutlu değiliz. Senin hiçbir şeyin yok, ama mutlusun. Para mı acaba bizi mutsuz eden?

Diğer adam: Hiçbir şeyim yok mu? Hayır benim her şeyim var. Benim karım her şeyim. Sevgilim, eşim, arkadaşım, hayat yoldaşım. Hayatımı paylaştığım insandan daha değerli ve daha önemli ne olabilir ki dünyada? Sizin ev, araba, iş diye her şey dediğiniz şeylerdir aslında hiçbir şey olan.

Bülent: Öyle deme, şu kadar varlığın içinde bile karım her şeyden şikayet ediyor. Bir de fakir olsam kim bilir ne olur?
Diğer adam: Altın tasın, kan kusana faydası yoktur! beyim. Sen kadın ruhunu hiç anlamamışsın. Hiçbir kadın iyi bir evde oturduğu, hergün çeşit çeşit yiyecekler yediği için mutlu olmaz. Bir kadın, kocasının her şeyi olduğunu bildiğinde ancak mutlu olur.

Bülent: Sizin mutluluğunuzun sırrı bumu ?
Diğer adam: Olabilir. Ben karıma değerli şeyler alamıyorum ama ona benim için ne kadar değerli olduğunu hissettiriyorum. O da çok mutlu oluyor.

Bülent: Bir kadına değerli olduğunu nasıl hissettirilir?
Diğer adam: Küçük kızı severek.

Bülent: Küçük kız mı ? Hangi küçük kız ?
Diğer adam: Yaşı kaç olursa olsun her kadının içinde hiç büyümeyen bir küçük kız vardır. O kızı ne kadar çok sever, ne kadar çok mutu edersen, o kadını da o kadar mutlu edersin.

Bülent: Nasıl yani ?
Diğer adam: Küçük kız neleri sever, nelerden hoşlanır bir düşünün. Küçük kızlar hep beğenilmek, ilgi görmek isterler. Güzel olduklarını duymaya bayılırlar. Kendilerine prensesmiş gibi davranılmasını beklerler. Küçük kızlar hep prenses olmayı hayal ederler. Sürprizlerden hoşlanırlar. Biraz şımartılmak isterler. Sevilmek ve sevildiklerini hep duymak isterler. İltifata doymaz küçük kızlar. Öyle değil mi?

Bülent: Haklısın. Benim dört yaşımda bir kızım var. Adı Aylin. Her akşam boynuma sarılır "babacığım beni ne kadar seviyorsun?" diye sorar. Giysisini değiştirdiği zaman etrafımda "Baba güzel olmuş muyum?" diye sorar durur. Güzelsin demem de yetmez ona. "Harikasın prenses gibi olmuşsun" demeliyim.Dünyanın en güzel kızı demeliyim.

Diğer adam: İşte kadınlar bir ömür boyu bunu duymak isterler. Ben elli yaşındaki karıma böyle davranıyorum. Ömrümüz olurda seksen, doksan yıl da yaşarsak ben ona böyle davranmaya devam edeceğim. Ona "bebeğim" diye hitap ediyorum çok hoşuna gidiyor. "Bebeğim bana bir çay yapar mısın?" dediğimde çay yapmak için nasıl koşturduğunu görmelisiniz.

Bülent: Hiç kavga etmezmisiniz siz?
Diğer adam: Kavga evliliğin tadı tuzu. Arada biz de tartışırız. Küsüp barışmanın tadı ayrıdır. Benim karım bir keçi kadar inatçıdır. Onunla barışmak için uğraşmak ayrı bir keyif verir bana.

Bülent: Benim eşim çok ciddi kadındır. Hiç küçük kız havası yok onda.
Diğer adam: Küçük kızlar büyüdükleri zaman artık sevgi, ilgi istemeye utanırlar. En ciddi yada en yaşlı kadının bile o küçük kız mutlaka vardır. Yeter ki sen o tatlı kızı sevindirmeyi, mutlu etmeyi bil. Ve o küçük kızı asla aldatma. Yoksa bir daha sana güvenmez ve ne yaparsan yap hep kuşkuyla bakar. Küçük kızlar hem çabuk mutlu olurlar hemde çabuk kırılırlar. Çok narindir onlar. Hoyrat elleri sevmezler. Yumuşak
dokunuşları severler.

Bülent: Bu tavsiyeni deneyeceğim. Fakat her zaman yapabilir miyim bilmiyorum. Bazen işlerim çok yoğun oluyor o zaman eve çok yorgun gidiyorum.
Diğer adam: Bu sadece bir bahane. O küçük kızı mutlu etmek dünyanın en kolay işi. Çoğu zaman birkaç tatlı söz yeterli olur. Sen o küçük kızı mutlu ettiğinde karşılığını fazlasıyla alırsın. Artık o seni rahat ettirmek için elinden gelen gayreti gösterir. Karısı mutlu olmayan erkek mutlu olamaz. Mutlu olmak isteyen erkek önce hayat arkadaşını mutlu etmelidir. Düşünsene somurtkan, mutsuz, sürekli söylenen biriyle yolculuğa çıksan ne kadar mutlu olabilirsin.


Bülent: Haklısında ben de bütün gün ailem için çalışıp yoruluyorum.
Diğer adam: Yine para, yine dış sebepler. Evet para önemli ve gerekli ama kadınlar para için erkekleri sevmezler. Para geçici mutluluklar verir. Kadınlar hediye almayı severler. Paran varsa hediye al tabi. Ama hediyeyle mutlu olmasını bekleme. Hediyenin yanına sevgini katmazsan hediyenin bir anlamı yoktur. Benim hiçbir zaman çok param olmadı. Günlük kazandım günlük yedik. Bazen aç kaldığımız günler oldu. Hiçbir zaman karımın kulaklarına altın küpe takamadım ama her zaman aşk sözleri fısıldadım. Hiçbir zaman boynuna pırlanta gerdanlık alamadım ama hep öpücüklerle sevdim boynunu. Hiçbir zaman ona ipek elbiseler giydiremedim ama kendi bedenimle ipek elbise gibi yumuşacık sardım bedenini ve mutlu ettim onu.


Adam ayağa kalktı.
Diğer adam: Bana müsaade, artık gitmeliyim, karım merak eder. Sende git evine küçük kızın gönlünü al, belki o küçük kız şimdi evde ağlayıp duruyordur.


Bülent de ayağa kalktı. Kuvvetlice elini sıktı.
Bülent: Sizi tanıdığıma çok memnun oldum.


Elini bıraktı koluna girdi. Yolun karşısındaki pastaneyi gösterdi.
Bülent: Hadi gel eşin için şuradan çikolatalı pasta alalım, dedi.


Pastayı aldılar. Adam hayatında ilk defa karısına yaş pasta götürmenin mutluluğuyla, bin
bir teşekkür ederek evinin yolunu tuttu. Bülent de pastanenin yanındaki manavdan karısının en sevdiği meyvelerden aldı.

Evine geldiğinde karısı şişmiş gözlerle mutfak masasında oturmuş su içiyordu. Bülent hiç konuşmadan meyveleri büyükçe bir tabağa döküp yıkadı., sonra eşinin önüne koydu.
Bülent: Bunlar dünyanın en şanslı meyveleri, dedi.


İnci hiç konuşmadı.

Bülent: Sorsana "niye" diye.


İnci kızgın kızgın bir şekilde bülente bakarak,
İnci: Niye?
Bülent: Çünkü dünyanın en güzel ve en tatlı kadının midesine gidecek.



dedi gayet ciddi bir ses tonuyla. İnci şaşırmıştı. Bir anda yüzünün ifadesi yumuşamıştı.

Bülent:Bunlar senin sevdiğin meyveler, senin için aldım.
İnci: Hayret bir şey! Her zaman kendi sevdiğin meyveleri alırdın. Benim hangi meyveleri sevdiğimi iyi hatırlamışsın. Aslında bu beklediğim istediğim bir şeydi. "bak senin sevdiğin meyveleri aldım" diyorsun ama şimdi kıymeti yok. Çünkü sana çok kırgınım, meyve alarak gönlümü alamazsın.

Bülent: Özür dilerim seni kırdığım için.


Sonra Bülent yere diz çöktü.
Bülent: Cezam neyse razıyım. Ama bir tek şey istiyorum senden. Seni delice seven bu adamı senden mahrum etme.


Bülent yere çömelmiş, boynu bükük bir vaziyette çok komik görünüyordu. İnci hafiften kıkır kıkır gülmeye başladı.
İnci: Affetmek o kadar kolay değil. Bakalım hangi cezalara katlanabileceksin


Bülent işte o zaman ona muzip muzip bakan eşinin içinde sakladığı küçük kızı gördü. Bundan sonra her şey daha farklı olacak diye düşündü.,.

1 Ekim 2009 Perşembe

ÇÖPLÜĞÜN GENERALİ


Katre-i Matem'den hemen sonra okuduğum kitap Çöplüğün Generali'ydi. Açıkçası alırken biraz düşünmüştüm çünki Oya Baydar'ın bir önceki kitabını (Kayıp Söz) okuyup hayal kırıklığına uğramıştım.

İyi ki okumuşum , roman sanki bir erkek tarafından yazılmış , konu sanki erkekçe gibi hissettirse de, bugünümüzü hatta yakın gelecekte olası durumları anlatan bir öykü. Filme alınsa şahane olur bence şiddetle tavsiye ederim.

Peki şu sıralar ne okuyorum. Ayfer Tunç'un "Bir deliler evinin yalan yanlış anlatılan kısa tarihi" kitabını. Ayfer Tunç hoşlandığım bir yazar " bir maniniz yoksa annemler size gelecek" kitabını okumuştum. Ayrıca yanlış hatırlamıyorsam
TRT de Sait Faik' in Havada Bulut isimli kitabını televizyon için senaryolaştırmıştı. Kitap yine bizi geçmişe götürken günümüzede hızlı geçişler yapıyor. Kitapta başlangıç olmadığı gibi bir sonun da olmadığını düşündüğümden sonu için heyacanlanmıyorum.

(benim sitemde sanki kitap eleştiri sitesi gibi oldu ya neyse)

10 Eylül 2009 Perşembe

KATRE-İ MATEM



evlilik yıldönümü 2. hediyem katre-i matem idi. okudum ama çok ağır gitti.
Kitap bir cinayet, bir lale soğanının etrafında dönüyor. Kitapta önemli bir sır var.Sırra sahip kişi sonunda bile sırrı öğrenemiyor ama okuyucu ilk satırlarda öğreniyor. Karekterler birbirlerinden bağımsız nerede ne zaman birleşiyorlar, olaylar birbirinden bağımsız , birleştiği yerlerde anlamsız sonuçlar. Sonu güzeldi
Bazen bir cümle için bir kitabı bitirdiğimi bilirim, bu kitapta sonu için bitti.

Gerçi bende karışık anlattım ama, sırrı söyleyerek kitabı anlatmış olmak istemedim.

MELTEM'DEN SONRA DENİZ'İN İÇİNDEKİ RADYO



Sevgili arkadaşım Meltem ile ilk tanıştığımda bana içinde bir radyo olduğunu ,sabahları, artık o gün allah ne verdiyse (arabesk,sanat müzüği,pop) çalarak uyandığını söylemişti.
(benimse sabah uyandığımda içimden volkan fışkırır lavları akıtmadan kendime gelemem bu da takribi 10.00 - 10.30 saatlerine takabül eder)

Bu yaz Deniz, Ben ve Meltemim birlikteyken söz Meltemin içindeki radyodan açıldığında Deniz gözlerini kocaman açarak

--aa Meltem Teyze, benimde içimde radyo var ve benimde içimde şarkılar çalıyor dedi.
(Deniz ie Meltem zaten çok sevişirler, Deniz'in Meltem ile aynı özelliğe sahip olması onu çooooook mutlu etti)

Bu sabah içindeki radyoyla uyanan kuzum kuzenine içindeki radyodan bahsetmiş. Kuzen bununla dalga geçip inanmayınca beni arayıp kuzenine Meltemin'de içinde radyo olduğunu ve ona inanmasını söylememi istedi.

Kuzenle konuştuk , onu Deniz'in içinde bir radyo olduğunu ikna ettik.
Kızımın içindeki radyo bu sabah

" TEPECİKLİMİ? KURUÇAYLIMI?" adlı şaheseri çalıyormuş..............

3 Eylül 2009 Perşembe

KONSERLER

Eskiden (ne tuhaf zaman bile eskiyor) İzmir Fuarı açıldığında konsere, tiyatro oyunlara giderdim. Sonraki yeni zamanlarda gitmek biraz zorlaştı. Neden? cevap ortada evlenip çoluk çocuğa karışmak, giderlerinin önceliğinin değişmesi(konserleri çok pahalı buluyorum ve özel tiyatro oyunlarını) , zamanı hem çalışıp hemde nitelikle kullanma bla bla .....


Biz dün akşam kızım Deniz ve Kızkardeşlerden İkbal ile Kardeş Türküler konserindeydik. Anne memnun du ama yaş ortalaması düşük olunca (9+18+38= 65 / 3= 21.66.....) ancak ege türküsü, trakya türküsü, süryani , ermeni , kürt ve alevi türküsü yani sadece 6 türkü sonunda konserden çıkmak zorunda kaldık. Konser ücretsizdi ve kapıda çok beklememizin nedenide gençleri zorladı sanıyorum .


29 Ağustos 'ta Yaşar'ın konserine gitmiştik yine ücretsiz ama sponsor oturmak için minder ve bileklik yapılan parlak plastikler verdiğinden konserin ilk yarısına kadar kalabilmiştik.(Kızlara daha cazip gelmişti) Ama biz artık Yaşar'ı konserde izlememeye karar verdik. (bu kış sömestr tatilindede Göçmen Şenliği kapsamındaki bir etkinliğe katılmıştı) Oysa ne çok severdim eskiden şarkılarını, (popüler kültürde olsa) eşim bana her yeni çıktığında kasetlerini alırdı ,koltukta ışığı söndürüp , elele tutuşur Yaşar şarkıları dinlerdik. Erkek şarkıcı olarak sahnede ekibine karşı fazlaca kapris ve kabaydı (her iki etkinliktede hissettik) ve gereksiz konuşmalar yaptı. Ne öğrendik güzel şarkı yazan ve söyleyen kişi güzel konuşamayabilirmiş!....... Dinleme kararımız devam ama.


çok mu kolay bu son demesi?

vermiyorumki son nefesi

ellerin eskisi gibi beyaz mı?

bana bunları bu ellerle mi yazdın?




29 Ağustos 2009 Cumartesi

BUCA ORGANİK PAZAR

Ağustos ayı başında blogları gezerken izmiriçinelele adlı blogda 7-8-9 ağustos tarihlerinde Buca Gölette organik pazar olduğunu okumuştum. Deniz'i hemen koluma takıp cumartesi günü sabah çıktık yola aracımızın olmaması gitmemize engel değil ! 3 belediye otobüsü ardından Hasanağa bahçesinin önünden kalkan minibüs (biz İzmir'liler aslında dolmuş deriz)ile vardık Gölet'e ama saat daha erken henüz köylüler bile yok(zaten 5-6 tezgah vardı)bizde kızımla gölete bakan kafede ben kahve, Deniz patates kızartması eşliğinde sabah keyfi yaptık.Sonra ver elini alışveriş. Ben sebze alırken fotoğrafları Deniz çekti.
Eve gelip hemen organiklerim ile taze fasülye pişirdim Deniz 2. tabaktan sonra
--- Anne insan bu organik fasülyeyi yedikten sonra ağzında güzel bir tat bırakıyor dedi
--- Anne bu salatalık acı dedi (özlediniz değil mi acı çıkan salatalıkları)
Babası ile acı salatılığını paylaştı.






Deniz çok meraklıdır elişlerine resimler ondan ya elişi tezgahlarını fotoğraflamış.









Bardacıklar nefisti eve ilk geldiğimizde hemen yukarıdaki güzellere saldırdık.









tezgahlardaki satıcı teyzeler ata tohumu kullandıklarını söylediler. GDO ya hayırrrrrrrrrrrrrrrr






Göletin kıyısında güneşlenen su kaplumbağacığımız












Gölette süper ebatlarda sazanlar vardı amma onların hızına yetişipte havada resimleyemedik