29 Kasım 2012 Perşembe

PASTİÇ, TARİHİ HASANPAŞA FIRINI , KİBARSAN METROBÜSTE OTURAMAZSIN HATTA BİNEMEZSİN

Cumartesi sabahı 07.10 da evden çıktım ve puslu bir istanbul sabahında 10.30 gibi  kız kardeşte kahvaltı masasına oturdum. İnsan kuş misali , tabii kuş misali olmakta artık daha kolay. Cuma gitmeye karar vermemle aldığım uçak bileti bile oldukça ekonomik, üstelik gidiş bileti kızkardeşten.

Evde oturmayalım dedik , ne yapalım kızkardeş ilk istanbula gittiğinden beri kız kulesine aşık, illa beni de her seferinde kız kulesine götürmeye çalışır.Bu sefer tamam dedim ayrıca  belki lalenin kız kulesini çay kahve kitap eşliğinde izlediği yerden bakarım. Aynı şeyleri yaparım ama nasıl ki indik vapurdan, bizi karşılayan buz gibi bir hava, çiseleyen yağmurla karşılaştık. Benim çok üşüdüğümde kulaklarım acır ki, dayanılmaz bir acıdır. Gerisin geri döndük vapur iskelesine ama kız kulesinin önünde  resim çekmeyi de ihmal etmedik.
Beşiktaş iskelesinde inince balık pazarına uzandık.




Çarşıyı gezerken Tarihi Hasanpaşa Fırının önünden geçerken vitrindeki tatlılardan almaya karar verdik. İçeri girdik baktık ki çalışanlarda en az fırın kadar tarihi Pastiç istedik , satıcının gözlerinde bize servis yapmak istemez bir hava sezinledik ki , çalışanlarında tarihi olduğuna düşünmeme sebep budur. Önce kulaklarının iyi duymadığını düşündürdü bu durum bizde, sesimizi yükselttik fırında. Satıcı amca garip hareketlerde bulunmaya başladı anladık ki sözle anlatamayacağız, pastiçin yerini göstermek için hamle yaptık , amca pastiçe ulaştı , fırın çalışanlardan başka bir tarihi amca olayı çözdü
İzmir'li misiniz siz .
Biz durumu anlayınca bize satış yapan amca hatırladı ,daha önce de pastiç diye istemişler.
Biz muhabbete dalınca sıradaki insanlar sıkıldı , sıkı bir kuyruk vardı. Ben zaten Pastiç'in tadına bakınca lezzetinin de başka olduğunu anladım. İstanbullular kesme dermiş Pastiçe.

Yani İstanbul'un kesmesi güzel ama çok tarçınlı. İzmir'in Pastiçi artık kekten yapılır (babam oldukça güzel yapardı) bence daha lezzetli.

Cumartesi akşamından programım yapıp , pazar sabahı erkenden uyanıp kahvaltıdan sonraki durağımız tarihi inebolu pazarına gittik. Sadece bakınmakla yetindim , çünkü mantarları gören kızkardeşim ve eşi küflü mantar yemeyeceklerini dile getirdiler. Bunlar çintar mi diye sorduğumda, satıcı şöyle dedi bizim egeliler böyle söyler burada adı kanlıca mantarı.  Neymiş nereye gidersen git , Egeliliği de yanında götürürmüş sün Ayşegül.

Eminönünden alınmış İstanbul balığıyla kızkardeş ve eşini eve yolladım ki ben Büyükçekmece Beykent'te  ameliyat olan bir akrabamızı ziyaret için metrobüse bindim Topkapı'dan. Hemen oturdum kitabımı açtım yol uzun ya o ne rahat dedim. Avcılarda aktarma yapacağım indim  metrobüsten diğer metrobüse bindim boş ama oturamadım neden mi? Çünkü oturmak için yaptığım saygıdeğer hamleyi gencecik bir arkadaş arkamdan itmek vasıtasıyla diskalifiye etti. Gencim ben dedim ayakta da gidebilirim. 
Ama  TÜYAP kitap fuarının son gün olması zorlu bir yolculuk ettirdi bana , dönüşte başıma geleceklerden sonra , aslında rahat bir yolculukmuş.
Dönüş tam bir kabustu benim için TÜYAP kitap fuarının önünden metrobüs durağına giden köprüyü bile 10-15 dakikada aldım. Asansörler çalışmıyor, çocuklu aileler ve engelli vatandaşların aileleri kucaklarına taşıdılar merdivenlerde arabalarını. Durakta herhalde 20 -25 metrobüs sonra binebildim, oda nezaketi elden bırakıp , itekleyerek insanları ve kendimden utanarak.

Tilkinin dönüp dolaştığı yere de pazartesi saat 10.00 ulaştım. 
Aklıma işlenenler pastiç , inebolu pazarı ve metrobüs yolculuğu .




1 Kasım 2012 Perşembe

KUŞAK FARKI



Bugün bu yazı e postama düştü. 

Baby Boomer Kuşağı (1946-1964 Arası Doğanlar)

En yaşlısı 66, en genci 48 yaş civarında. Bunlara "Sandviç Kuşağı" da
deniyor, çünkü aynı evde önce çocuklarına, sonra yaşlanan
ana-babalarına baktılar.
Dünyanın insan hakları hareketlerini, radyonun altın çağını,
Türkiye'nin ise ihtilali ve çok partili döneme geçiş sancılarını
yaşadığı yıllar.
Sadakat duyguları yüksekti, kanaatkarlardı; aynı yerde uzun süre
çalıştılar. Teknoloji kimine yakın kimine uzak oldu, çok
benimse(ye)mediler.
Aslında babaları gibi otoriteye saygılılardı.
İçlerinden en idealistleri toplumsal haksızlıklara isyan edip 68
gençlik hareketlerinin kahramanı olurken, büyük çoğunluk hayattan
beklediklerini elde ettiğini düşünerek tatmin ve mutlu oldu.
İkinci Dünya Savaşı'ndan hemen sonraki "nüfus patlaması" yıllarında
doğan bu 1 milyar bebeğe "Baby Boomers" deniyor.
Bu kalabalık bebek nüfusu büyüdükçe, ihtiyaçlarına göre çeşitli
sektörler de her on yılda bir müthiş büyüme gösterdi.
1960'lı yıllar televizyon yılları; 70'ler fast food; 80'ler - bebekler
evlenme çağına geldiği için - gayrimenkul yılları;
90'lar, artık sıra yaşam kalitesini yükseltmeye geldiği için,
mikrodalga gibi elektronik ev aletleri ve ardından, iletişim
patlamasıyla internet ve cep telefonu yılları oldu.
2000'lerde artık yaşları 50'yi geçmişti, ceplerinde paraları vardı,
ömrün uzadığını biliyorlardı, "iyi yaşlanmak" hatta mümkünse
yaşlanmamak için sağlık ve güzellik-bakım sektörlerini de patlattılar.
Savaş sonrasının yokluklarını, sıkıntılarını unutmadılar,
zenginleşmenin tadını aldılar
.
X Kuşağı (1965-1979 Arası Doğanlar)

Dünyanın petrol krizini, Türkiye'nin ise sağ-sol çatışmalarını yaşadığı yıllar.
En yaşlısı 47, en genci 33 yaşında. Dünyaya gözlerini, merdaneli
çamaşır makinesi, transistorlu radyo, bantlı teyp ve pikapla açtılar.
Sadakat duyguları duruma göre değişir, daha iyi kariyer imkanları
ararlar, çoğu (teknolojik devrime denk geldiklerinden) teknolojiyi
kerhen, zorunluluktan kullanmaya başladılar.
(Abilerinin ablalarının aksine a-politik hale getirildiler ama yine
de) Toplumsal sorunlara duyarlılar, iş motivasyonları yüksek,
otoriteye saygılı ve kanaatkarlar.
Kadınlar iş gücüne katılmaya başladı. Daha (iyi yaşamak için, daha) az
çocuk sahibi oldular.
(Özellikle gözlerini Özal'lı yıllarda açanlar) Paraya daha fazla
odaklandılar ve bireycilik önem kazandı. Boşanma, HIV, uyuşturucu gibi
kavramlarla tanıştılar.


Y Kuşağı (1980-1999 Arası Doğanlar)

En yaşlısı 32, en genci 13 yaşında. Sadakat duyguları az. Teknoloji
hayatlarında pek çok şeyin simgesi.
Narsist, bireyci ve girişimciler. Çalışmaktan hoşlanmıyor, eğlenceyi,
kazanmayı çok seviyorlar.
Beklentileri yüksek ama bedelini ödemek istemiyorlar. Hızlı tüketiyorlar.
Türkiye'de yağ kuyruklarını, benzin sıkıntısını yaşamadıkları için
"her şey her zaman böyleydi ve böyle olacak" sanıyorlar.
Eş zamanlı olarak birkaç işi birden yapabilirler. Kitlesel olanı
değil, kişiye özel olanı seviyorlar.
Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 25'i bu kuşaktan.
Çok önemli bir diğer faktör ise "akran onayı".
Sıra arkadaşının, mesai arkadaşının, internetteki oyun arkadaşının
önermediği ve onaylamadığı bir ürün ile Y'nin buluşması çok zor.
Standart olanı sevmez, kendine özel olanı ve üstelik "hemen-şimdi"
ister, öyle -cek, -cak'larla işi olmaz.
Y'nin dikkatini çekmek istiyorsanız, mesajınızı, markanızı,
iletişiminizi sadeleştirmeniz gerekir.
Girişimcilik en önemli özelliklerindendir, özgüvenleri biraz abartılıdır.

Z Kuşağı (2000-2012 Arası Doğanlar)

"İnternet kuşağı" da denen bu ufaklıkların en büyüğü henüz 12 yaşında. Bunlar tam teknoloji çağı çocukları.
Taşınabilen, hep yanlarında olan küçük aygıtları, bilgisayar, MP3
çalar, i-Pod'ları, cep telefonları, DVD oynatıcıları ayrılmaz
parçaları.
Onlar, ev ödevi yapamadıklarında "elektrikler kesildi, ondan
yapamadım" değil; "internet bağlantım kopuktu" diyen kuşak.
Yeni teknolojik olanaklarla iletişim ve ulaşım kolaylıkları ile hep
bir aradalar.
Uzakta olsalar bile ufak cihazlarıyla her an sözel, hatta görsel
iletişim kurarak, birbirlerine bağlanabiliyorlar.
Onlar, önceki kuşaklardan farklı olarak, 'network' gençleri; çeşitli
ağların üyeleri oluyorlar.
Uzaktan da ilişki kurabildikleri için, fiziksel olarak tek başlarına,
yalnız yaşıyorlar ve yaşayacaklar.
Aynı anda birden fazla konuyla ilgilenebilme becerileri gelişiyor.
İnsanlık tarihinin, el, göz, kulak vb gibi motor beceri
senkronizasyonu en yüksek nesli.
Ancak bu avantajlar, dikkat ve konsantrasyon zorluklarıyla dezavantaja
da dönüşebiliyor.
Sorgusuz yaşayacaklar çünkü, iş yaşamına atıldıklarında karar
vermelerini gerektiren her şey sistemler tarafından yapılıyor, yapay
zeka tarafında karar veriliyor olacak.
Çok diplomalı, uzman ve buluşçu olacaklar.
Yaşamlarında otorite kavramının önemi kalmayacak. Tatminsiz, kararsız
ve doğuştan tüketiciler. 

4 Ekim 2012 Perşembe

21 Eylül 2012 Cuma

PEMBE DOMATESTEN ÖTÜRÜ BİR HİKAYE

Cumartesi sabahı , Deniz için gevrek almaya fırına giderken parkın içinde bir çiftin(sebze tezgahı kuruyorlar) arabadan sebzeleri  aşağı indirdiğinde gördüm bu güzel renkli domatesleri (fotoğrafta belli olmasa da pembe renkteler)
Dönüşte fiyatları sormamla poşeti önüme attı çiftin kadın olanı , bende zaten niyet var kaptım hemen 6 tane tarttırmak üzere pembe domatesi uzattım ancak henüz tartı ortalarda değil . Çiftin erkek olanı tartıyı kadına uzattı , kadın tartıyı kaldıramadı.
Çiftin erkek olanı
--Bu yengen çok yaşlandı , değiştirme vakti geldi bir tartıyı bile tutamıyor dedi
Çiftin kadın olanı, ağlak bir sesle anlatmaya koyuldu bana
-- kızım ne yapayım evde çalışıyorum, burada çalışıyorum , bir torunum var hapiste ona bakıyorum birde torunumun iki çocuğuna bakıyorum.
--aa neden hapiste torununuz diye soruyorum bende
-- evlendi ilkin anlaşamadı , boşandı. Sonra bir adam buldu adamdan iki çocuğu oldu, adam madde bağımlısı, alkolik nikahta kıymadı benim toruna.
Velhasıl torun çekmiş bıçağı, katil olmuş.
Borcumu ödedim eve doğru dönerken düşündüm. Herkesin bir hikayesi var, hep birbirimize anlatıyoruz ve acımızı azaltmayı umut ediyoruz. Belki de azalıyor , yada bize azalmış geliyor. Hikaye dinlemeyi , kitap okumak kadar çok seviyorum. Acı olanını, aşklı olanını, mutlu olanını .
Bu sene bolca turşu kurdum . Malzemeleri yıka , kavanozlara doldur, yarı beline kadar sirke , 1,5 - 2 tatlı kaşığı kaya tuzu, üzerine kaynar su.İlk parti salatalıklardan yemeye bile başladı Denizkızım.
Bu yukarıda pembelerin yanında arz-ı endam eden şişemiz , olgunlaşmamış mandalina ve limon ile  önce az şekerle sulanmasını beklemiş ardından votkayla buluşmuş . Şimdi kafa kafaya buzdolabında ermeyi bekliyorlar.
Güzel bir türk kahvesiyle , bol buzlu güzel muhabbetlerle yaren bekliyor likörüm.
Mutlu hafta sonları.

7 Eylül 2012 Cuma

1Q84




Kitaba ilkbahar gibi sahip olmuştum ancak kendimi hazır hissettiğim zamanı beklerken okumaya başlamam Temmuz başına denk geldi.
Azimle yanımda taşıdım , otobüste , işyerinde öğlen tatilinde ve evde okudum. Arada 2 hafta hiç elime alamadım, bir haftası kızkardeşimin düğününden sebeb  , 1 haftasıda tatilde olmam nedeniyle (kültür tatili)
bayramın üçüncü günü, günü birlik gidilen FOÇA yolunun dönüşünde Metro da bitti.


Kitabı okurken  Deniz'in kıyafetini tamire verdiğim terzide unutmuşum ,ertesi günü kitabı sorduğumda sakladığını söyledi.. Hukukçu olduğumu düşündüğünü ve kitabın benim için önemli olabileceğini söyledi.


Marukaminin 2  kitabı kaldı okuyamadığım.Ben en çok Zemberek Kuşunun Güncesi kitabını sevdim.
Zannediyorum 1Q84 te olan bir karakter Zemberek Kuşunun Güncesinde de vardı.



Kitabı beğendim , aslında baştan sıkmıştı ama olay geliştikçe hoşuma gitti.
Aomi ile Tengo'nun kavuşabilme ihtimallerini sevdim.
Ütopik gibi görünen hikayenin aslında nasıl da yaşamın gerçekleri olduğu hissini uyandırdı bende.




**Resim google görsellerden alınmıştır.


23 Ağustos 2012 Perşembe

AKLINLA SAVAŞ

Dün belediye otobüsünde akşam saatleri eve dönerken bir ardebe çıktı . Metro sistemini oluşturmaya çalıştığından beri İzmir Büyükşehir Belediyesi otobüsler konusunda  zorlanıyor. Tatillerinde bitiyor olması
otobüslerin sabah ve akşam saatlerinde çok dolu olmasına neden oluyor. Ben neredeyse ilk duraktan biniyorum otobüse haliyle boş yer oluyor ve oturarak gidiyorum ancak benim bindiğim duraktan 3 durak sonra ayakta bile yer kalmıyor ki sonrası çok uzun bir güzergah.
Neyse bindim akşam otobüse bir durak sonra arkamda (torun - dede olduklarını zannettiğim belki de baba kız) küçük kız 1 ile başlayan plakaları soruyor
Beyfendi (gerçek anlamda) yanıtlıyor sırayla bu arada gittikleri şehirleri , anılarını küçük notlar halinde anlatıyor küçük kıza
55'e geldiklerinde Samsun diyor beyfendi küçük kız sabırsız 56 'ya geçmek istiyor ama beyfendi bir dakika diyor neresiydi Samsun hani diyor 19 Mayıs Bayramı diyor , Atatürk diyor bende dönüp gülümsüyorum ve benim onu takdir ettiğimi gözlerimde görüyor beyfendi.
Bu sırada durakta bekleyen herkes evine gitmek için hababam otobüse binmeye çalışıyor, balık istifi olma durumunu bile aşıyoruz.
E doğal olarak insanlar sinirleniyor , binmeye çalışanla arkada sıkışanlar arasında söz düellası başlıyor.
Arkada sıkışan , önde binmeye çalışana nereye gideceğim daha diyor, öndeki ben neyapayım eve gitmek istiyorum derken. Arkadaki;
Git diyor belediyeye otur Aziz Başkanın koltuğuna derdini anlatmadan inme diyor.
Bu arada her kafadan ses çıkıyor, insanlar sinirli bir kadın bağırıyor bu ülkede her gün şehit veriyoruz sizinse uğraştığınız şeyler nedir  diyor.
Yok yok her kafadan ses çıkarken yaşlı bir amca önce söyle diyor da kadın sinirleniyor "verin oylarınızı a.k.p ye bak nasıl düzeliyor" sonrası dediğim gibi kaos , şehitler....
Ben artık kalkmaya hazırlanıyorum , kapıya doğru yanaşıyorum 6- 7 yaşlatına bir çocuk tutunmaya çalışırken benim bluzumden tutuyor hiç rahatsız olmuyorum elinden tutarak düzgün bir yere tutunmasını sağlıyorum.
Bana dönüp diyorki neden "insanlar birbiyle savaşmak için silaha gerek duyuyor , akıl ile savaşmaları daha iyi olmazmı"
Gözlerim doluyor bende cevap veriyorum, yüksek sesle herkesin duyacağı gibi
"Ah be evladım aklımızla savaşmayı bilseydik , burada bu otobüste boş konuşmalarla birbirimize bağırıp durmazdık"


Bir gün ulusu sizin gibi beni anlamış gençliğe bırakacağımdan çok memnun ve mesudum.
Mustafa Kemal ATATÜRK




1 Haziran 2012 Cuma

PEPE ROMERO VE BODRUM ODA ORKESTRASI


Biletimiz vardı.
İş sonrası Güzelyalı Parkında buluştuk.
Kuyum Pide de yedik pidemizi oradan ver elini Ahmet Adnan Saygun Kültür Merkezi.
Pide ile oda orkestrası tezat gibi görünse de Kuyum pidecisini görünce kaçırmayız.
Konser ilk yarı sadece Bodrum oda orkestrasını dinledik ki (inanılmaz kıskanıyorum keman çalanları)
ikinci yarı Pepe Romero geldi sahneye , ben de bayılma noktasına.
Ah be kadın dedim kendime biliyor musun?
Bu flemenko ne melem bir şeydir.
Sever misin .
Dinler misin .
Daha önce illaki duymuşsundur ama canlı performans dinlemek nasıl bir şey dir? .
İkinci yarı bitti ki Deniz ile birlikte kalkmaya yeltendik.
sanatçıya saygısızlık olmasın diye kalkamadık ama  bu müzikten anlayan ,
seven insanlar coştu coştukça
bir kere bir kere daha diye ben artık ekstradan
 4. mü 5. mi parçada Deniz'i alıp çıktım dışarı (tabi ki parça bitmişti saygısızlık yapıp parça arasında değil)
Sonrası kabusun başladığı noktadır ki eve vardığımızda sadece saatin 11.45 olduğunu farkettim.
Benim ve Deniz için farklı bir tecrübe oldu.

30 Mayıs 2012 Çarşamba

Şu yaşam denilen şey, ne biçim şeydi? Kimi zaman sevinçler
veren, kimi zaman içimizi acılarla dolduran, kölesi olduğumuz
şu yaşam neyin nesiydi böyle?


PAL SOKAĞI ÇOCUKLARI

22 Mayıs 2012 Salı

23 MAYIS 2001 - 23 MAYIS 2012

Tam 11 yıl önce bugün anne olmuştum .
Denizkızım hep mutlu ol , hep yüzün gülsün ,
hem çok sev hemde çok sevil.


Nazım şiirleri seven Deniz'e


Yaşamak şakaya gelmez, 
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın 
bir sincap gibi mesela, 
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, 
yani bütün işin gücün yaşamak olacak. 

Yaşamayı ciddiye alacaksın, 
yani o derecede, öylesine ki, 
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, 
yahut kocaman gözlüklerin, 
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda 
insanlar için ölebileceksin, 
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, 
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, 
hem de en güzel en gerçek şeyin 
yaşamak olduğunu bildiğin halde. 

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, 
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, 
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, 
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, 
yaşamak yani ağır bastığından. 



Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız, 
yani, beyaz masadan 
bir daha kalkmamak ihtimali de var. 
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini 
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına, 
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden, 
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz 
en son ajans haberlerini. 

Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için, 
diyelim ki, cephedeyiz. 
Daha orda ilk hücumda, daha o gün 
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün. 
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu, 
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz 
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu. 

Diyelim ki hapisteyiz, 
yaşımız da elliye yakın, 
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının. 
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız, 
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla 
yani, duvarın ardındaki dışarıyla. 

Yani, nasıl ve nerede olursak olalım 
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak... 



Bu dünya soğuyacak, 
yıldızların arasında bir yıldız, 
hem de en ufacıklarından, 
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani, 
yani bu koskocaman dünyamız. 

Bu dünya soğuyacak günün birinde, 
hatta bir buz yığını 
yahut ölü bir bulut gibi de değil, 
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak 
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız. 

Şimdiden çekilecek acısı bunun, 
duyulacak mahzunluğu şimdiden. 
Böylesine sevilecek bu dünya 
"Yaşadım" diyebilmen için...

Nazım Hikmet

17 Mayıs 2012 Perşembe

SEVİMSİZ MÜŞTAK


okuduğum kitap budur. bitmedi 200 lü sayfalarındayım. Ahmet Ümit ile ilk Bab-ı Esrar ile tanışıp , tanışıklığı samimi olma raddesine getirdim. Okumadığım bir kaç kitabı kaldı , onlarıda vakti geldikçe okuyorum. Son kitabı çıktığında çok heyacanlandım . Eşim sürpriz yapıp hem bu kitabı, hem Haruki Murakami' nin  1Q84 
kitabını almış. Murakami için biraz bekleyeceğim , yarım kitaplarım . ruh durumum bla bla .
Hadi dedim Sultanı Öldürmek'le başlayalım, yok anam okuyorum da sadece okumayı sevdiğimden , nasıl bir karakter yaratmışsa  Sn. Ümit,  sıkıyor insanı, üstelik bir parmak bal çalar gibi 2 satırda Komiser Nevzat'ı es geçiyor. Ama bitecek biliyorum, hızı her zamanki okuma hızımdan biraz daha uzun sürecek.
Dün sabah işe gelirken bir afis çarptı gözüme " yazarlar  İzmir için okuyor" Konak Belediyesi'nin etkinliği 16 Mayıs saat 18.00 'de. Üstelik evimin çok yakınındaki bir Kültür Merkezinde saat 18.00 işten çıkma saatim ama dedim ki kalabalık falansa ayakta  dinlerim . 18.15 de Kültür Merkezindeydim , başlamış söyleşi ve hiç  kalabalık değildi  , hatta en önde oturdum.

Ahmet Ümit'i canlı görmekten hoşlandım. Sıradan , komik , samimi görünmekte. Söyleşi yaklaşık 1 saat kadar sürdü. Kitaplarını imzalamaya başladı. ben de sıraya girdim.
Sıra bana geldi ki
muhabbete başladım (severim konuşmayı ben)
Benim için kitaplarınızı sıralarsam , 1. sıraya bab-ı esrar'yerleştiririm 2. sıraya İstanbul Hatırasını ama bu kitap sanıyorum sıranın çok altında olacak dedim kendisine (valla dangalak desin isterse). Karakteriniz çok sünepe olduğu için kitabı sevmedim , dedim mi dedim.

Artık okuyucusunu kırmasın mı , kibarlığı elden bırakmamak için mi bilmiyorum , kocaman gülümseyerek
bakış açısı ve zevk meselesi gibi bir şeyler geveledi.



4 Mayıs 2012 Cuma

BAHAR BAYRAMI

Gül ağacı gerek bana yarın büyük dileklerim var. 
En çok daha iyi bir insan olmayı dileyeceğim  
ve dahi iyi bir insanın annesi ve eşi olmayı.
Belki biraz da para ama 
en çook huzur istiyorum, 
yalansız dünya 
birde daha çok kitap okuma fırsatı,
daha çok güzel ve iyi insanlarla karşılaşmayı. 
Ben bahar bayramından çok ümitliyim.


3 Mayıs 2012 Perşembe

SÜT MEVZUSU

Deniz önce eve bir formla geldi.
Çok ulu devletimiz , çocuklarımıza süt veresilermiş ki, çocukların gelişimine katkıda  bulunasılarmış. pehh .
Formu güzelce doldurdum,
süt alerjisi var mı? yok
peynir yer mi? evet
yoğurt yer mi? evet
çocuğunuza devlet süt versinmi HAYIIR.
Sınıfta sadece biz istemeyiz  demişiz.
Deniz kendini kötü hissedeceğini söyledi, arkadaşları içerken o içmezse .
Bir güzel açıkladım kendisine neden istemediğimi ki dünde gördük sosyal medya üzerinde neler olduğunu, çocukların zehirlendiği, ulu devletin ulu bakanında "laktoz alerjisi" kanaatine varıldığını beyan etti.
Deli anne olmadım hiç ama , Deniz'e dedim ya o sütün içine bir şey karıştırırlar da seni geri zekalı yaparlarsa. Dedim bunu dedim vallah da dedim billah da dedim.
Her sabah içirip gönderiyorum ben zaten 1 bardak günlük süt, bol yoğurt ve lor yediriyorum.
Bu ülke marshall yardımlarını da gördü zamanında, süttozu margarin diyeti ödüyoruz hala.
Şimdide 200  mlitrelik ne idüğü belli olmayan  süte diyet ödettirmesinler .



16 Nisan 2012 Pazartesi

YARİM İSTANBUL'U MESKEN EDİNMİŞ


Türküyü  İstanbul'da Üsküdar'dan Eminönü'ne vapurla geçerken eşimden telefondan , dinliyordum,nazlanarak,
kocaman gülümseyerek.Ne zaman ki vapurdan inip , kalacağım yere gideceğim otobüsü beklerken, montumun sırtımdan giren suların pantolonum dan aşağıya süzülmesine kadar  , yağmurun kirpiklerimi ve gözlerimi acıtması esnasında iç sesim eşimle konuştu (telefonu bulup konuşacak durumda olmadığımdan) "yarin İstanbul'u ölse de mesken edinmez,edinemez" ..................
Kızkardeşe ev tutmak için gidilmiş hepi topu 1,5 günlük İstanbul seyahati için en kötü haftayı mı seçtim yoksa acaip bir bereket mi götürdüm yanıbaşımda bilmiyorum ama (birde dönüşte 3 saat 15 dakika Atatürk Hava limanında uçak içinde beklediğimden 19.00 da olmam gereken İzmir'de 22.00 de olmamı düşünmek bile istemiyorum)
Oysa ne planlanlarım vardı cumartesi gecesi için belki Cumhuriyet' te belki muhabbeti güzel olan bir mekanda üstelik Deniz'i babasıyla İzmir'de bırakmışken ve dahi 40. yaşımı bitirirken kısmet mi kader mi bilemiyorum.

Aslında bu post yazılmayacaktı ki hala beni okumaya devam eden varsa mesken edinemeyeceğim şehirde yaşayıp bilmeyen varsa ve oraya gidecek varsa bir müzeden bahsedeceğim lütfen gidin diyerek. İş Bankasını ücretsiz müzesi biz üç kızkardeş Mısır Çarşından Cağaloğlu' na yürüyerek tırmanırken farkettik(umarım doğru yazıyorumdur) www.muze.isbank.com.tr sitesi budur,adresi iletişimden bulabilirsiniz. Görevlileri çok şeker üst kat bankacılık ile ilgili dökümanlarla kaplı, giriş katı şişecam ve camın tarihiyle ilgili ve bizi en çok güldüren eğlendiren ve korkutan alt katı kasaların olduğu bölüm. Kasaları görmekten korkmadık tabii ki Işık Yolu diye yaptıkları bölümde  vücudumuzun  üzerinde şifrelerin döndüğünü  ve arkada sürekli bağıran sirenlerin olduğunu gördüğümüz dendi korkuyla karışık eğlencemiz. Lafın kısası  gidebilen lütfen gitsin.

Biz mi bu arada evi tutamadık, ama hangi bölgede tutulacağına karar verdik . Mayıs sonuna kadar vaktimiz var.
Mayıs ta bir seyahat daha görünüyor mesken edinmeyeceğim şehre. Bu sefer Deniz'i de götüreceğim , tabiki İş bankası müzesine de kızımla birlikte gideceğim.Birde Karaköy' de kahve içmeyeceğim.İnsaf yahu 3 türk kahvesine 24 tl verip birde cafenin şifreyle girilen tuvaletini kullanmayacığım.


8 Mart 2012 Perşembe

EMEKÇİ KADINLAR


insan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan mürekkeptir. Kabil midir ki, bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünlüğü ilerleyebilsin . Mümkün müdür ki, bir cismin yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin . Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürüklenmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın. ‘’   MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

28 Şubat 2012 Salı

Çikolatalı Krep ve Demleme Çay

ne zaman ki  leylakdali ndaki  krepleri  gördüm ,önce kendime sade ama bolca nutella sürülmüş bir krep  yapıp yedim ardından da  kitabı okumaya başladım.  Kitap,bende uyuyan ki bir daha hiç uyanmayacağını zannetiğim anılarımı gün yüzüne çıkardı.
Tıpkı yazarının söylediği gibi " Kim bilir, belki de hayat bitmemiş hikayelere hiç nokta koymuyordur...."
Şimdi ben sevgili Emi'ye yazmak üzereyim, kendisine teşekkür mü ederim anılarımı canlandırıp eski günleri yad ettiğim için yoksa kırgın mı olurum bilmiyorum.

27 Şubat 2012 Pazartesi

KİTAPLAR

Barış Bıçakçı ile tanışmam laleninbahcesi  sayesinde oldu. Hoş kendisini keşfettiğimden beri  hangi kitabı yada yazarı tavsiye etmişse çoğunu severek okuyorum. Kitap Ankara panoroması sunmuş ancak 40 yıllık hayatımda sadece 12 saat gördüğüm bir şehir olduğundan ben kahramanların dünyasında zevkli bir seyahat ettim. Kitabın tam ortasındayken kızkardeşim ile filmide izledik. Tabiki film kesinlikle kitapla aynı duyguyu verememiş hatta kızkardeşim bazı sahneleri anlayamadı, kitabı okumaya karar verdi. Sırada Sinek Isırıklarının Müellifi okunmayı bekliyor.

19 Ocak 2012 Perşembe

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE

bu sabah işe gelirken gördüğüm manzara(şalvar,yelek,top sakal) karşısında içimden sürekli
"NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE" diye diye otobüse binip kentkart basmayı unutup,
şoförün söylemlerine maruz kaldım.
19 Mayıs'ta da evde gençleri toplayıp , gençlik partisi yapmayı planladım.(Bütün marşlarımızın son ses çalınması suretiyle)
Bugün en iyisi güzel ATATÜRK resimlerine bakmak , umut etmeK.......