27 Ocak 2009 Salı

Kahrın da hoş, lûtfun da hoş demesini bir öğrenebilsek




bende mutfakta zen'in yaptığı brovni-peykeki yaptım. Tarifini vermiyorum çünkü mutfakta zen ve miss çilek ve diğer bloglarda var.

Tarif yerine aşağıdaki hikayeyi kopyaladım.

Yaşlı kadın, bir antika dükkanından aldığı yüzyıllık fincanı özenle salon vitrinine yerleştirdi. Fincanın biçimi, üzerindeki işlemeler, renkler onun bir sanat eseri olduğunu söylüyordu. Ödediği fiyatı hatırladı; hayır, hiç de pahalıya almamıştı.

Hayranlıkla fincanı seyretmeye devam etti. Derken, birden fincan dile geldi ve kadına şöyle dedi;

"Bana hayranlıkla baktığının farkındayım. Ama bilmelisin ki, ben hep böyle değildim. Yaşadığım sıkıntılar beni bu hale getirdi.

Kadın şimdi hayret içindeydi. Önündeki kahve fincanı konuşuyordu!

Kekeleyerek: "Nasıl? Anlayamadım?" diyebildi yaşlı kadın.

"Demek istiyorum ki, ben bir zamanlar çamurdan ibarettim ve bir sanatkâr geldi. Beni eline aldı, ezdi, dövdü, yoğurdu. Çektiğim sıkıntılara dayanamayıp:

"Yeter! Lütfen dur artık!" diye bağırmak zorunda kaldım.

Ama usta sadece gülümsedi ve; "Daha değil!" diye cevapladı beni.

"Sonra beni alıp bir tahtanın üzerine koydu. Burada döndüm, döndüm, döndüm. Döndükçe başım da döndü. Sonunda yine haykırdım:

"Lütfen beni bu şeyin üzerinden kurtar. Artık dönmek istemiyorum!"

Ama usta bana bakıp gülümsüyordu:

"Henüz değil!"

"Derken beni aldı ve fırına koydu. Kapıyı kapayıp ısıyı arttırdı. Onu şimdi fırının penceresinden görebiliyordum. Fırın gitgide ısınıyordu. Aklımdan şöyle geçiyordu: Beni yakarak öldürecek"

Fırının duvarlarına vurmaya başladım. Bir taraftan da bağırıyordum:

"Usta usta! Lütfen izin ver buradan çıkayım!"

"Pencereden onun yüzünü görebiliyordum. Hala gülümsüyor ve "Daha değil!" diyordu.

"Bir saat kadar sonra, fırını açtı ve beni çıkardı. Şimdi rahat nefes alabiliyordum, fırının yakıcı sıcaklığından kurtulmuştum. Beni masanın üstüne koydu ve biraz boyayla bir fırça getirdi.

"Boyalı fırçayla bana hafif hafif dokunmaya başladı. Fırça her tarafımda geziniyor ve bu arada ben gıdıklanıyordum.

"Lütfen usta! Yapma, gıdıklanıyorum!" dedim. Onun cevabı ise aynıydı: "Henüz değil!"

"Sonra beni nazikçe tutup yine fırına doğru yürümeye başladı. Korkudan ölecektim. "Hayır! Beni yine fırına sokma, lütfeeen!" diye bağırdım.

Fırını açıp beni içeri iteleyip kapağı kapattı. Isıyı bir öncekinin iki katına çıkardı. "Bu sefer beni gerçekten yakıp kavuracak!" diye düşündüm. Pencereden bakıp ona yine yalvardım, ama o yine "Daha değil!" diyordu. Ancak bu defa ustanın yanaklarından bir damla gözyaşının yuvarlandığını gördüm.

"Tam son nefesimi vermek üzere olduğumu düşünüyordum ki, kapak açıldı ve ustanın nazik eli beni çekip dışarı çıkardı. Derin bir nefes aldım, hasret kaldığım serinliğe kavuşmuştum. Beni yüksekçe bir rafa koydu ve usta şöyle dedi:

"Şimdi tam istediğim gibi oldun. Kendine bir bakmak ister misin?"

Ona "Evet" dedim.

Bir ayna getirip önüme koydu. Gördüğüme inanamıyordum. Aynaya tekrar tekrar baktım ve "Bu ben değilim. Ben sadece bir çamur parçasıydım."

"Evet bu sensin!" dedi usta. Senin acı ve sıkıntı diye gördüğün şeyler sayesinde böyle mükemmel bir fincan haline geldin.

Eğer seni bir çamur parçası iken üzerinde çalışmasaydım, kuruyup gidecektin.

Döner tezgahın üstüne koymasaydım, ufalanıp toz olacaktın.

Sıcak fırına sokmasaydım, çatlayacaktın.

Boyamasaydım, hayatında renk olmayacaktı.

Ama sana asıl güç ve kuvveti veren ikinci fırın oldu.

Şimdi arzu ettiğim her şey var üzerinde."



Ve ben kahve fincanı, şu sözlerin ağzımdan çıktığını hayretle fark ettim:

"Ustam! Sana güvenmediğim için beni affet!

Bana zarar vereceğini düşündüm.

Beni benden fazla sevip iyilik yapacağını fark edemedim.

Bakışım kısaydı, ama şimdi beni harika bir sanat eseri yaptığını görüyorum.

Benim sıkıntı ve acı diye gördüğüm şeyleri bana verdiğin için teşekkür ederim…

Teşekkür ederim."

* * * * * *

Usta fincanı, yaratıcı insanı şekillendirir. Yeter ki acı da ki hikmeti görelim.

Kahrın da hoş, lûtfun da hoş demesini bir öğrenebilsek…

12 Ocak 2009 Pazartesi


Farkında Olmalı İnsan...

Kendisinin, Hayatın Olayların, Gidişatın Farkında Olmalı.
Farkı Fark Etmeli, Fark Ettiğini De Fark Ettirmemeli Bazen...
Bir Damlacık Sudan Nasıl Yaratıldığını Fark Etmeli.
Anne Karnına Sığarken Dünyaya Neden Sığmadığını
Ve En Sonunda Bir Metre Karelik Yere Nasıl Sığmak Zorunda Kalacağını Fark Etmeli.
Şu Çok Geniş Görünen Dünyanın, Ahrete Nispetle Anne Karnı Gibi Olduğunu Fark Etmeli.
Henüz Bebekken 'Dünya Benim!' Dercesine Avuçlarının Sımsıkı Kapalı Olduğunu, Ölürken De Aynı Avuçların 'Her Şeyi Bırakıp Gidiyorum İşte!' Dercesine Apaçık Kaldığını Fark Etmeli. Ve Kefenin Cebinin Bulunmadığını Fark Etmeli.
Baskın Yeteneğini Fark Etmeli Sonra.
Azraillin Her An Sürpriz Yapabileceğini,Nasıl Yaşarsa Öyle Öleceğini Fark Etmeli İnsan Ve Ölmeden E vvel Ölebilmeli.
Hayvanların Yolda Kaldırımda Çöplükte, Ama Kendisinin Güzel Hazırlanmış Mükellef Bir Sofrada Yemek Yediğini Fark Etmeli.
Eşref-İ Mahlukat (Yaratılmışların En Güzeli) Olduğunu Fark Etmeli.
Ve Ona Göre Yaşamalı.
Gülün Hemen Dibindeki Dikeni, Dikenin Hemen Yanı Başındaki Gülü Fark Etmeli.
Evinde 4 Kedi 2 Köpek Beslediği Halde Çocuk Sahibi Olmaktan Korkmanın Mantıksızlığını Fark Etmeli.
Eşine 'Seni Çok Seviyorum!' Demenin Mutluluk Yolundaki Müthiş Gücünü Fark Etmeli.
Dolabında Asılı 25 Gömleğinin Sadece Üçünü Giydiğini, Ama Arka Sokaktaki Komşusunun O Beğenilmeyen Gömleklere Muhtaç Olduğunu Fark Etmeli.
Zenginliğin Ve Bereketin, Sofradayken Önünde Biriken Ekmek Kırıntılarını Yemekte Gizlendiğini Fark Etmeli.
FARK ETMELİ.
Ömür Dediğin Üç Gündür,
Dün Geldi Geçti Yarın Meçhuldür,
O Halde Ömür Dediğin Bir Gündür,O Da Bugündür.


CAN YUCEL

9 Ocak 2009 Cuma

GÜZEL İZMİR'İM

Ankara,
En iyi kalpli üvey ana

Bu şehri bu kadar yalın anlatan başka bir şey olamaz sanırım.
Sorumluluklarını bilen, asla kötü davranmayan ama sonuçta bir üvey ana
olan Ankara. Bu şehirde insanlar bekler. Emekliliği, askerin bitmesini,
rüşvetin gelmesini, gönderdiğiniz evrakın cevaplanmasını, suskun devletin
konuşmasını beklerler. Taşı çatlatacak bir sabırla bir şeyleri
beklerler, kim bilir bekledikleri hayattır. Belki denizi görselerdi
beklemezlerdi. Denizi su sanırlar. Suyu görmek için göllerin kıyısına
gidersiniz ama su ufka uzanmaz. Bir suyu deniz yapan ufuk yoktur Ankara'nın
göllerinde. Oysa ne önemlidir suyun hiç bitmemesi ve uysal bir sevgili gibi
gökyüzüyle birleşmesi. O vaatker ufuk çizgisi, o nasıl güzeldir. Her
zaman ötelerde bir şey olduğunu fısıldayan o şehvetli çizgi. İnsanlar
Ankara'da beklerler, kim bilir bekledikleri hayattır.


İstanbul'da ise durum daha vahimdir.
Hayat sanki bir adım ötede duruyor
gibidir. Doğruya doğru, dünyanın en güzel şehridir İstanbul, ama hayat
eli çabuk davranır. Daha siz elinizi uzatmadan işveli bir kadın gibi kaçar
gider. Bu yüzden hırsla kovalarlar hayatı İstanbullular. Beklediği şeyin
belki de hiç gelmeyeceğini söyleyen şeytani fısıltıya rağmen,
Ankaralının dingin tevekküllü bekleyişinde bir huzur vardır. Ama
İstanbullunun hırslı kovalamacasında ne huzur vardır ne de tatmin.
Dünyanın en güzel şehri hemen kol mesafesindeyken kendilerini yiyip yutan
bir kovalamacanın içinde kaybolur giderler. Hayat kaçar, onlar kovalar.

Ama İzmir...

İzmir'de hayat beklenmez, kovalanmazda. O zaten sizinle
beraberdir. Ufkun ötesini muştulayan bir deniz vardır. Mutlulukla dolu, sakin
bir sevişmenin tadındadır körfez. Körfez vapurlarının sakin gidişinde
hırslarınız yok olur, kovalamayı bırakırsınız, hatta martılara gevrek
atacak kadar iyilikle dolarsınız. Ne varsa bu şehirde, bayatlamış vapur
çayı bile nektar olur. Hafta sonları denize doğru bir göç başlar.
"Ey hayat, biz Çeşme'ye gidiyoruz sen de arkadan gel" der
İzmirliler muzipçe. Ve ne gariptir ki hayat, uslu bir çocuk gibi onların
peşinden gider.

Cemal Süreyya

Ayşegül derki Ankaraya 1 kez gittim ve sadece 1 gün kalabildim ama temiz, modern,
susuz olmasıyla yada denizi görme derdiyle ilgilenecek kadar uzun kalamadım.

İstanbul ah istanbul ne olursa olsun orada yaşamak istiyorum...

İzmir benim şehrim (Sanıyorum hem İzmir hemde İstanbul'da yaşamak isterdim.)

2 Ocak 2009 Cuma

Yeni yıl size

· Çalışkan astlar,

· örnek üstler,

· güçlü iletişim,

· bayrama rastlayan iş günleri,

· bol satışlar,

· sadık çalışanlar,

· 34 saatlik günler,

· sıkıştırılmayan "dead line"lar,

· zevkli projeler,

· faydalı danışmanlar,

· geç başlayan erken biten mesailer,

· yararlı eğitimler,

· dengeli müdürler,

· klavyenin yanında sapasağlam durup dökülmeyen kahve fincanları,

· mürekkepleri bitmeyen kalemler,

· eğlenceli iş yemekleri,

· akıllı stajerler,

· başarılı sunumlar,

· tamamlanan dosyalar,

· değişik yerlere is seyahatleri,

· üzeri tamamen çizilen yapılacak iş listeleri,

· ödemeleri doğru ve hemen yapan sigortacilar,

· dürüst ortaklar,

· kaybolmayan faxlar,

· açık sözlü yöneticiler,

· bitirilen kitaplar,

· çalışan asansörler,

· adil kanunlar,

· hayırlı ortaklıklar,

· politikasız, oyunsuz, içi dışı bir iş arkadasları,

· ulaşılabilen kişiler,

· bozulmayan klimalar,

· büyük masalar,

· lezzetli öğle yemekleri,

· hızlı giden servisler,

· açık yollar,

· iyi tatiller,

· ergonomik ofisler,

· içten konuşmalar,

· yeni müşteriler,

· neşeli ofis partileri,

· kısa toplantilar,

· etkin takim çalışmaları,

· işbirliği yapan takım arkadaşları,

· ucuz teknoloji,

· kilitlenmeyen programlar,

· çökmeyen bilgisayarlar,

· bitmeyen yazıcı kağıtları,

· düşük faturalar,

· özel hayatınıza ayıracak bol zaman,

· anlayışlı patronlar,

· verimli günler,

· ödüller,

· bol primler,

· yüksek zamlar,

· başarılı işler getirsin