Geçen yıl 29 Ağustos'ta mutlu gelmiştim işe 3 günlük tatil için yaptığım programın hayaliyle uğraşıyordum.
Bir telefonla iş arkadaşım' ın 11 yaşında oğlunun öldüğünün haberi geldi.
Bu yıl boyunca her gördüğümüzde ağlaştık en son Ağustos gibi görüşmüştük
" Acı geçmiyor Ayşegül'de hayat devam ediyor " demişti.
Bugün yeni bir haber geldi 4 yaşındaki kızı KAN KANSERİ diye.
Ben onun yerine durmadan sorguluyorum insan her gün yeni bir hayata uyanır mı?
ya da insan ne kadar acı bir hayata uyanabilir?
ADADOKSAN
25 Eylül 2014 Perşembe
20 Eylül 2013 Cuma
2012 yılında başlamıştım okumaya, hiç adetimin olmadığı halde bırakıp bırakıp yeniden başlayarak okudum(arada dünyalar kadar kitap okudum tabiki) ve dün akşam deniz ders çalışırken bitti. Son sayfada 1995-2010 yazısını okuyunca Deniz dedim budur işte adam 15 yılda yazdıysa bende ancak 1,5 yılda okurum.
Aşkın hastalıklı halinin, bir sürü insanın hayatını etkilemesi üzerine , betimlemelerin gerçek hissi veren duyguları vardı kitapta.
Ben mesela bahar çiçeklerinin rengini gördüm ve o menekşelerin kokusunu duydum.
26 Temmuz 2013 Cuma
BABA OLAYI
blog okumak ,
http://yolunneresindeyim.blogspot.com/2013/07/baba.html benzer bir babalık macerası yaşadığını,
http://minoshka.blogspot.com/2013/07/kutsal-suyun-ksi-belki-de-ssi.html çok kıskandığını ,
hissetmektir.
6 Haziran 2013 Perşembe
kahve / demokrasi
İki şey yurdumuzda yetişmez; biri kahve, biri de demokrasi.
İkisi de bize dışarıdan gelir.
Yüzyıldır şu demokrasiye verdiğimiz gücü, kahve yetiştirmeye harcasaydık, bugün memleket balta girmemiş kahve ormanına dönerdi.
Hamdolsun, demokrasiden yana hiçbir sıkıntımız yoksa da kahvesizlikten çektiğimizi biz biliriz. Kahve bu…Hiçbir şeye benzemiyor. Demokrasi öyle mi? Olsa da bir olmasa da… Kahve olmazsa insanın başı döner, demokrasi olmazsa insanın başı dönmez. Kahvenin mis gibi kokusu vardır, demokrasinin kokusu bile yoktur. Kahveyi fincana kor içersin. Demokrasi ne yenir, ne içilir. Ne işe yarar şu demokrasi söyler misiniz?
İkisi de bize dışarıdan gelir.
Yüzyıldır şu demokrasiye verdiğimiz gücü, kahve yetiştirmeye harcasaydık, bugün memleket balta girmemiş kahve ormanına dönerdi.
Hamdolsun, demokrasiden yana hiçbir sıkıntımız yoksa da kahvesizlikten çektiğimizi biz biliriz. Kahve bu…Hiçbir şeye benzemiyor. Demokrasi öyle mi? Olsa da bir olmasa da… Kahve olmazsa insanın başı döner, demokrasi olmazsa insanın başı dönmez. Kahvenin mis gibi kokusu vardır, demokrasinin kokusu bile yoktur. Kahveyi fincana kor içersin. Demokrasi ne yenir, ne içilir. Ne işe yarar şu demokrasi söyler misiniz?
Aziz Nesin
5 Haziran 2013 Çarşamba
29 Kasım 2012 Perşembe
PASTİÇ, TARİHİ HASANPAŞA FIRINI , KİBARSAN METROBÜSTE OTURAMAZSIN HATTA BİNEMEZSİN
Cumartesi sabahı 07.10 da evden çıktım ve puslu bir istanbul sabahında 10.30 gibi kız kardeşte kahvaltı masasına oturdum. İnsan kuş misali , tabii kuş misali olmakta artık daha kolay. Cuma gitmeye karar vermemle aldığım uçak bileti bile oldukça ekonomik, üstelik gidiş bileti kızkardeşten.
Evde oturmayalım dedik , ne yapalım kızkardeş ilk istanbula gittiğinden beri kız kulesine aşık, illa beni de her seferinde kız kulesine götürmeye çalışır.Bu sefer tamam dedim ayrıca belki lalenin kız kulesini çay kahve kitap eşliğinde izlediği yerden bakarım. Aynı şeyleri yaparım ama nasıl ki indik vapurdan, bizi karşılayan buz gibi bir hava, çiseleyen yağmurla karşılaştık. Benim çok üşüdüğümde kulaklarım acır ki, dayanılmaz bir acıdır. Gerisin geri döndük vapur iskelesine ama kız kulesinin önünde resim çekmeyi de ihmal etmedik.
Beşiktaş iskelesinde inince balık pazarına uzandık.
Çarşıyı gezerken Tarihi Hasanpaşa Fırının önünden geçerken vitrindeki tatlılardan almaya karar verdik. İçeri girdik baktık ki çalışanlarda en az fırın kadar tarihi Pastiç istedik , satıcının gözlerinde bize servis yapmak istemez bir hava sezinledik ki , çalışanlarında tarihi olduğuna düşünmeme sebep budur. Önce kulaklarının iyi duymadığını düşündürdü bu durum bizde, sesimizi yükselttik fırında. Satıcı amca garip hareketlerde bulunmaya başladı anladık ki sözle anlatamayacağız, pastiçin yerini göstermek için hamle yaptık , amca pastiçe ulaştı , fırın çalışanlardan başka bir tarihi amca olayı çözdü
İzmir'li misiniz siz .
Biz durumu anlayınca bize satış yapan amca hatırladı ,daha önce de pastiç diye istemişler.
Biz muhabbete dalınca sıradaki insanlar sıkıldı , sıkı bir kuyruk vardı. Ben zaten Pastiç'in tadına bakınca lezzetinin de başka olduğunu anladım. İstanbullular kesme dermiş Pastiçe.
Evde oturmayalım dedik , ne yapalım kızkardeş ilk istanbula gittiğinden beri kız kulesine aşık, illa beni de her seferinde kız kulesine götürmeye çalışır.Bu sefer tamam dedim ayrıca belki lalenin kız kulesini çay kahve kitap eşliğinde izlediği yerden bakarım. Aynı şeyleri yaparım ama nasıl ki indik vapurdan, bizi karşılayan buz gibi bir hava, çiseleyen yağmurla karşılaştık. Benim çok üşüdüğümde kulaklarım acır ki, dayanılmaz bir acıdır. Gerisin geri döndük vapur iskelesine ama kız kulesinin önünde resim çekmeyi de ihmal etmedik.
Beşiktaş iskelesinde inince balık pazarına uzandık.
Çarşıyı gezerken Tarihi Hasanpaşa Fırının önünden geçerken vitrindeki tatlılardan almaya karar verdik. İçeri girdik baktık ki çalışanlarda en az fırın kadar tarihi Pastiç istedik , satıcının gözlerinde bize servis yapmak istemez bir hava sezinledik ki , çalışanlarında tarihi olduğuna düşünmeme sebep budur. Önce kulaklarının iyi duymadığını düşündürdü bu durum bizde, sesimizi yükselttik fırında. Satıcı amca garip hareketlerde bulunmaya başladı anladık ki sözle anlatamayacağız, pastiçin yerini göstermek için hamle yaptık , amca pastiçe ulaştı , fırın çalışanlardan başka bir tarihi amca olayı çözdü
İzmir'li misiniz siz .
Biz durumu anlayınca bize satış yapan amca hatırladı ,daha önce de pastiç diye istemişler.
Biz muhabbete dalınca sıradaki insanlar sıkıldı , sıkı bir kuyruk vardı. Ben zaten Pastiç'in tadına bakınca lezzetinin de başka olduğunu anladım. İstanbullular kesme dermiş Pastiçe.
Yani İstanbul'un kesmesi güzel ama çok tarçınlı. İzmir'in Pastiçi artık kekten yapılır (babam oldukça güzel yapardı) bence daha lezzetli.
Cumartesi akşamından programım yapıp , pazar sabahı erkenden uyanıp kahvaltıdan sonraki durağımız tarihi inebolu pazarına gittik. Sadece bakınmakla yetindim , çünkü mantarları gören kızkardeşim ve eşi küflü mantar yemeyeceklerini dile getirdiler. Bunlar çintar mi diye sorduğumda, satıcı şöyle dedi bizim egeliler böyle söyler burada adı kanlıca mantarı. Neymiş nereye gidersen git , Egeliliği de yanında götürürmüş sün Ayşegül.
Eminönünden alınmış İstanbul balığıyla kızkardeş ve eşini eve yolladım ki ben Büyükçekmece Beykent'te ameliyat olan bir akrabamızı ziyaret için metrobüse bindim Topkapı'dan. Hemen oturdum kitabımı açtım yol uzun ya o ne rahat dedim. Avcılarda aktarma yapacağım indim metrobüsten diğer metrobüse bindim boş ama oturamadım neden mi? Çünkü oturmak için yaptığım saygıdeğer hamleyi gencecik bir arkadaş arkamdan itmek vasıtasıyla diskalifiye etti. Gencim ben dedim ayakta da gidebilirim.
Ama TÜYAP kitap fuarının son gün olması zorlu bir yolculuk ettirdi bana , dönüşte başıma geleceklerden sonra , aslında rahat bir yolculukmuş.
Dönüş tam bir kabustu benim için TÜYAP kitap fuarının önünden metrobüs durağına giden köprüyü bile 10-15 dakikada aldım. Asansörler çalışmıyor, çocuklu aileler ve engelli vatandaşların aileleri kucaklarına taşıdılar merdivenlerde arabalarını. Durakta herhalde 20 -25 metrobüs sonra binebildim, oda nezaketi elden bırakıp , itekleyerek insanları ve kendimden utanarak.
Tilkinin dönüp dolaştığı yere de pazartesi saat 10.00 ulaştım.
Aklıma işlenenler pastiç , inebolu pazarı ve metrobüs yolculuğu .
1 Kasım 2012 Perşembe
KUŞAK FARKI
Bugün bu yazı e postama düştü.
Baby Boomer Kuşağı (1946-1964 Arası Doğanlar)
En yaşlısı 66, en genci 48 yaş civarında. Bunlara "Sandviç Kuşağı" da
deniyor, çünkü aynı evde önce çocuklarına, sonra yaşlanan
ana-babalarına baktılar.
Dünyanın insan hakları hareketlerini, radyonun altın çağını,
Türkiye'nin ise ihtilali ve çok partili döneme geçiş sancılarını
yaşadığı yıllar.
Sadakat duyguları yüksekti, kanaatkarlardı; aynı yerde uzun süre
çalıştılar. Teknoloji kimine yakın kimine uzak oldu, çok
benimse(ye)mediler.
Aslında babaları gibi otoriteye saygılılardı.
İçlerinden en idealistleri toplumsal haksızlıklara isyan edip 68
gençlik hareketlerinin kahramanı olurken, büyük çoğunluk hayattan
beklediklerini elde ettiğini düşünerek tatmin ve mutlu oldu.
İkinci Dünya Savaşı'ndan hemen sonraki "nüfus patlaması" yıllarında
doğan bu 1 milyar bebeğe "Baby Boomers" deniyor.
Bu kalabalık bebek nüfusu büyüdükçe, ihtiyaçlarına göre çeşitli
sektörler de her on yılda bir müthiş büyüme gösterdi.
1960'lı yıllar televizyon yılları; 70'ler fast food; 80'ler - bebekler
evlenme çağına geldiği için - gayrimenkul yılları;
90'lar, artık sıra yaşam kalitesini yükseltmeye geldiği için,
mikrodalga gibi elektronik ev aletleri ve ardından, iletişim
patlamasıyla internet ve cep telefonu yılları oldu.
2000'lerde artık yaşları 50'yi geçmişti, ceplerinde paraları vardı,
ömrün uzadığını biliyorlardı, "iyi yaşlanmak" hatta mümkünse
yaşlanmamak için sağlık ve güzellik-bakım sektörlerini de patlattılar.
Savaş sonrasının yokluklarını, sıkıntılarını unutmadılar,
zenginleşmenin tadını aldılar
.
X Kuşağı (1965-1979 Arası Doğanlar)
Dünyanın petrol krizini, Türkiye'nin ise sağ-sol çatışmalarını yaşadığı yıllar.
En yaşlısı 47, en genci 33 yaşında. Dünyaya gözlerini, merdaneli
çamaşır makinesi, transistorlu radyo, bantlı teyp ve pikapla açtılar.
Sadakat duyguları duruma göre değişir, daha iyi kariyer imkanları
ararlar, çoğu (teknolojik devrime denk geldiklerinden) teknolojiyi
kerhen, zorunluluktan kullanmaya başladılar.
(Abilerinin ablalarının aksine a-politik hale getirildiler ama yine
de) Toplumsal sorunlara duyarlılar, iş motivasyonları yüksek,
otoriteye saygılı ve kanaatkarlar.
Kadınlar iş gücüne katılmaya başladı. Daha (iyi yaşamak için, daha) az
çocuk sahibi oldular.
(Özellikle gözlerini Özal'lı yıllarda açanlar) Paraya daha fazla
odaklandılar ve bireycilik önem kazandı. Boşanma, HIV, uyuşturucu gibi
kavramlarla tanıştılar.
Y Kuşağı (1980-1999 Arası Doğanlar)
En yaşlısı 32, en genci 13 yaşında. Sadakat duyguları az. Teknoloji
hayatlarında pek çok şeyin simgesi.
Narsist, bireyci ve girişimciler. Çalışmaktan hoşlanmıyor, eğlenceyi,
kazanmayı çok seviyorlar.
Beklentileri yüksek ama bedelini ödemek istemiyorlar. Hızlı tüketiyorlar.
Türkiye'de yağ kuyruklarını, benzin sıkıntısını yaşamadıkları için
"her şey her zaman böyleydi ve böyle olacak" sanıyorlar.
Eş zamanlı olarak birkaç işi birden yapabilirler. Kitlesel olanı
değil, kişiye özel olanı seviyorlar.
Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 25'i bu kuşaktan.
Çok önemli bir diğer faktör ise "akran onayı".
Sıra arkadaşının, mesai arkadaşının, internetteki oyun arkadaşının
önermediği ve onaylamadığı bir ürün ile Y'nin buluşması çok zor.
Standart olanı sevmez, kendine özel olanı ve üstelik "hemen-şimdi"
ister, öyle -cek, -cak'larla işi olmaz.
Y'nin dikkatini çekmek istiyorsanız, mesajınızı, markanızı,
iletişiminizi sadeleştirmeniz gerekir.
Girişimcilik en önemli özelliklerindendir, özgüvenleri biraz abartılıdır.
Z Kuşağı (2000-2012 Arası Doğanlar)
"İnternet kuşağı" da denen bu ufaklıkların en büyüğü henüz 12 yaşında. Bunlar tam teknoloji çağı çocukları.
Taşınabilen, hep yanlarında olan küçük aygıtları, bilgisayar, MP3
çalar, i-Pod'ları, cep telefonları, DVD oynatıcıları ayrılmaz
parçaları.
Onlar, ev ödevi yapamadıklarında "elektrikler kesildi, ondan
yapamadım" değil; "internet bağlantım kopuktu" diyen kuşak.
Yeni teknolojik olanaklarla iletişim ve ulaşım kolaylıkları ile hep
bir aradalar.
Uzakta olsalar bile ufak cihazlarıyla her an sözel, hatta görsel
iletişim kurarak, birbirlerine bağlanabiliyorlar.
Onlar, önceki kuşaklardan farklı olarak, 'network' gençleri; çeşitli
ağların üyeleri oluyorlar.
Uzaktan da ilişki kurabildikleri için, fiziksel olarak tek başlarına,
yalnız yaşıyorlar ve yaşayacaklar.
Aynı anda birden fazla konuyla ilgilenebilme becerileri gelişiyor.
İnsanlık tarihinin, el, göz, kulak vb gibi motor beceri
senkronizasyonu en yüksek nesli.
Ancak bu avantajlar, dikkat ve konsantrasyon zorluklarıyla dezavantaja
da dönüşebiliyor.
Sorgusuz yaşayacaklar çünkü, iş yaşamına atıldıklarında karar
vermelerini gerektiren her şey sistemler tarafından yapılıyor, yapay
zeka tarafında karar veriliyor olacak.
Çok diplomalı, uzman ve buluşçu olacaklar.
Yaşamlarında otorite kavramının önemi kalmayacak. Tatminsiz, kararsız
ve doğuştan tüketiciler.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)