29 Ocak 2010 Cuma

ÇİPLİ GENÇLERİMİZ

EKLENTİ Çalıştığım ofise son yıllarda 88-89 doğumlu gençler başlıyor , büyük hayalleri olan . Büyük hayalleri yok aslında sadece hayalleri varmış gibi yapmanın prim yaptığı bir toplumda , bütün yaşdaşlarının yaptıklarını yapıyorlar. Hayalleri ne? az iş, çabuk kariyer, çabuk çok para .......
Ben tabi çenemi tutamıyorum çok zaman ,işten kaytarmak için yaptıkları türlü numaraları görünce , sığ konuşmalarını duydukça sinirleniyorum.
Açıyorum ağzımı, yummuyorum gözümü....

80 sonrası doğanların ,doğum esnasında beyinlerine bir çip eklendiğini düşünüyorum, kendi kızım da dahil.Hepsi birbirinin aynısı olsun, sormasın,sorgulamasın,sadece nefes almak için yaşasınlar diye.

Çip öyle bir progranlanmış ki, umursamaz,iş sevmez,türkçe özürlü , özenti,herkesçi,yalan aşklar peşinde,şekilci,ben merkezci,hayatın dizilerde olduğu gibi şaşalı olduğunu sanan,hayat=kapris gibi algılayan,bilgi ile mutluluğun paralelliğini öğrenemeyen,damak tatları hazır ve katkılı yiyecekler dışındaki lezzetlere kapalı,sanatı T.V olarak (yada en fazla sinema) algılayan ,doğa ve spor sevgisiz, mutsuzluğunun kaynağını diğer insanlar olarak gören , aşksız sevişmeleri
gerçek sanan.....................................................................................................................................................................
benim aklıma bunlar geldi, sizde boşlukları doldurabilirsiniz.


bu yazıyı da ben 4 yıl rötarlı okudum. Deniz DOKSAN'a akşam okutulacak.Hatta ara ara okutulacak.


CUMHURIYET GAZETESI (30.04.2006)

ISIL ÖZGENTÜRK

Küçük çocuk annesine sordu:
''Sol ne demek?''
Anne bir süre düsündükten sonra yanitladi:

''Sol; sokakta seksek oynamak demek, korkudan öleyazsan da lunaparkta zincirli sandalyeye binmek demek, gece yatagindan gökyüzünü izleyip gözüne kestirdigin bir yildizla sir paylasmak demek, küçük foklari gaddarca öldüren fok katillerini hiç unutmamak ve kürk giymis bir bayanin üstüne, 'Yasasin foklar' diyerek kalici boya atmak demek, yunuslarin bazen bir insan oldugunu düsünmek ve onlarin o muhtesem özgürlüklerini kiskanmak demek, Afrika'da bir ay sonra 700 bin yasitin çocugun susuzluktan ölecegini ögrenip kumbaradaki parayi kosarak acil yardim kurumlarina
götürmek ve bundan böyle dis firçalarken muslugu kapali tutmak demek, yemegini bitirip geri kalanini üsenmeden bir torbaya koyup en yakin hayvan barinagina götürmek demek, köpegini gezdirirken bir posete onun biraktiklarini almak ve çöp kutusuna atmak demek. Kesilen her agaç, yanan her orman için ne yapip edip mutlaka ve mutlaka agaç dikmek demek, kimselerin bu orada ne yapiyor demesine aldirmadan insanlarin kumsalda biraktigi çöpleri toplamak demek, çok merakli olmak demek, su yasadigimiz dünyada kaç dil konusuluyor, farkli kaç renk insan var, neden Çinliler
sütle yapilmis yiyecekleri yiyemezler, Güney ve Kuzey Kutbu'na kaç kisi gitmistir, onlarin bu yolculuklarda basina neler gelmistir, su bizim oturdugumuz kentin kaç kapisi var, su bizim oturdugumuz kentte kaç müze var, yaziyi ilk bulan kavim Sümerlerin kaç tanrisi varmis, Hititlerin kaç tanrisi, Hint mitolojisiyle Yunan mitolojisindeki tanrilar birbirine ne kadar benzer, güçlülerin tanrisi Apollon'un da, Hint tanrilarindan en sevilen insan basli fil tanri Gades'in de yardimcilari neden faredir, bir karinca bir kilometreyi ne kadar zamanda kat eder, sesten hizli giden uçaklarin hizi saatte kaç kilometredir, neden erik agaçlari erken cicek
açar, dünyada kaç çesit kurbaga vardir, insanin en yakin akrabasi gerçekten su sinegi midir, Freud neden herkesin bildigi bir bilim adamidir, karpuz neden soguk suya birakilir, dünyada parfüm yapilan kaç çesit çiçek vardir, çöllerde kum firtinalari neden hâlâ insanlarin korktugu bir doga olayidir, kirlik alanlarda neden ay ve yildizlar daha parlaktir, ask nedir, bu neden basimiza gelir, kalbimiz sik sik neden kirilir, vicdan nedir, neden yalan söylerken yüzümüz kizarir...''


Küçük çocuk ''Anne dur biraz'' dedi, ''kafam karisti.'' ''Elbette
karisacak'' dedi annesi, ''Dünyanin en zor sorusunu sordun, devami var.


Sol demek; her yaptigin isin neye yarayacagini bilmek demek, okudugun her kitabi, denizlerin tuzunu, göklerin mavisini iyi bilmek demek, bir ormanda pusula olmadan Kuzey Yildizi'na bakip yolunu bulmak demek, herkes birinin karsisinda mum gibi dururken kendin gibi durmak demek, geceden ölesiye korkmak ama geceyi sevmek demek, gün batimlarini sevmek demek, ormandaki tüm sesleri sevmek demektir; kendin için dans etmek demek, agiz dolusu gülmek demek, her yenilgiden sonra söyle bir silkinip kendi küllerinden yeniden dogmak demek.''

Küçük çocuk birden bagirdi, ''Simdi anladim'' dedi, ''Sol demek hiç
durmadan düs kurmak demek!''


''Sag'', dedi, ''öncelikle hiçbir seyi merak etmeden sana verilen bilgiyle yetinmektir. Sana sus denildiginde susmak, konus denildiginde konusmaktir. Sürekli kendini yetersiz hissetmektir. Kendini sürekli baskalarinin pesinden giden biri kilmaktir. Geceleri sirlarini paylasacak bir yildizin varligindan habersiz olmaktir. Toplama kamplarinin bacasi sürekli tüterken 'Bizim o kamplarda yasananlardan haberimiz yoktu', demek ikiyüzlülügünü göstermektir. Sokakta kocaman bir adam küçücük bir çocugu döverken hiç ses çikarmadan oradan kosarak uzaklasmak demektir.
Büyük alisveris merkezlerinde özürlüler için ayrilmis otopark alanina büyük bir piskinlikle park etmek, 'Neden oraya park ediyorsun, orasi özürlüler için' diye soran birine de 'Ben de kafadan sakatim' diye gülerek yanit vermektir. Kahve sohbetlerinde, memleket durumlari konusulurken 'Kardesim bu memlekette üç bes kisiyi asacaksin, bak o zaman her sey nasil saaak diye biter' , yollu fikir yürütmektir. 18 yasindan küçük çocuklarin, yaslarinin büyültülüp idam edilmesine neden olan askeri darbe baskaninin yaptigi resimleri hâlâ yalakalik olsun diye almak demektir. Grev yapan isçiler için, 'Canim bunlar da çok oluyor artik, dünyanin parasini alir
gene de doymazlar' cinsinden düsünce üretmektir. Mangal keyfi için orman içinde ates yakmak ve yangin çikarmaktir. Evinin içini tertemiz yapip, kapinin önünün b.k götürmesini önemsememek, hastanelerde ameliyattan yeni çikmis bir hastanin yaninda fosur fosur sigara içmektir. "Kadinlarin saçi uzun akli kisadir," sözünü pek bir sevmektir."

Küçük çocuk yeniden sordu: ''Anne insanlarin büyük çogunlugu bu dediklerini yapiyor?'' Çocugun bu sorusu karsisinda anne gülümsedi ve yanit verdi: ''Bekle daha bitmedi, devam ediyorum. Sag demek, süt yerine mesrubat içmenin daha dogru oldugunu söylemek ve bunun yayginlasmasi için dünya kadar reklam parasi vermektir. Tüketimi destekleyen yüzlerce reklam slogani yazip ardindan 'Bu dünya düzeni söyle degisir' diye ahkâm kesmektir. En pespaye dizilerde oynayip 'Ben en devrimciyim' demektir. Oy
vermek yerine o gün piknige gitmektir. Körlerin, spastik özürlülerin, sakatlarin sokaklarda görünüp de moral bozmamalari için yollari, parklari, tuvaletleri sadece ve sadece normallere (!) göre yapmak demektir. Zehirli atiklarini topraga gömen ya da denize birakan büyük isyerlerine komik miktarlarda para cezasi verilmesini uygun görmektir. Tarihi ören yerlerindeki mermerleri yasaga ragmen kesip kesip insaatta kullanmaktir. Denizleri, irmaklari, topragi kirletmek ve bundan adeta büyük bir keyif almaktir. Açik havada öpüsen, koklasan çiftleri kosa kosa gidip polise
ispiyon etmektir. Islenen suçlar için iki rekat namaz kilip Allah'i kandirdigini sanmaktir. Arkadasin bir haksizliga ugradiginda onu savunmamaktir. Büyük derbilerden sonra aska gelip gelisigüzel ates etmek ve seken bir kursunla evlerinin balkonunda oyun oynayan dört yasindaki çocugu öldürmektir. Sinemaya giden kiz kardesini sokak ortasinda biçaklayip zafer isareti yapmak demektir. Bilgiyle, sabirla, vicdan
duygusuyla, ahlakla, etik degerlerle dalga geçmek ve bu daglari ben yarattim dercesine kurum kurum kurumlanmaktir.

'' Küçük çocugun bu kez gerçekten kafasi karismisti. ''Anne'' dedi, ''Bu sag ne kadar çok yerdeymis, ben korkmaya basladim.'' ''Hayir, korkma'' dedi annesi. ''Daha
pek azini duydun. Kim dedi sana bunlari merak et, artik öyle 'korkuyorum, vazgeçtim demek yok.' Geç kaldin.'' Anne yeniden basladi, ''Sag demek...''

Anne sözünün sonunu getiremedi, çocuk kosarak karyolanin altina saklandi.

27 Ocak 2010 Çarşamba

GÜZEL KIZIM




Bu fotoğrafı çok sevdim.Kayıt altına almak içinde buraya ekledim.
Ofisteki bilgisayarımın masa üstünden bana bakıyor.

YİNE YENİ YENİDEN KİTAPLARM

Kayıp Sembol kitabını uzun bir süre beklemek zorunda kaldık. Önce ingilizcesi yayınlandı falan. Tabi benim ingilizcem ancak günlük hayatta ingilizce sözlük ile paralel olduğundan koca kitabı okuyamazdım değil mi? Don Brown'ı seviyorum, aklını fazlaca kaseye,gül haçına,İsa'ya takmış olup hep buna benzer hikayeler anlatsa da , kayıp sembol'de bütün dinlere yer vermiş .Aradığımız gerçeklerin ve inançların , kutsal kitapların şifrelenmesinin kaybettiklerimizi yeniden bulmak için sembolleri bulmak olduğu konusunu işlemiş. Bütün bunları yaparken de komplo teorilerini ciddi araştırma ve bilgiyle sunmuş okuyucuya. Ben çok beğendim kitabı, yavaş yavaş okudum insanların kendi gerçeğini bulmak için neler yapabildiğini.
Kayıp Gül'ü alırken açıkçası yazılardan çok etkilendim. Herkesler metiyeler düzmüş kitaba, çok dillere çevrilmiş, gencecik bir yazar. Kitabı 2 sabah, 1 akşam otobüs yolculuğunda bitirdim. Ama bana göre değildi. Ben zaten daha öncede bahsetmiştim, aradığımız şeylerin hep elimizde olduğu bunu bulmak için yapılan yolculuklar bana göre değil. Kitabı da gerçekçi bulmadım. Ben bu gidişle kişisel menkibeme ulaşamayacağım herhalde gerçi aradığım da söylenemez ya.....


zehra nın kitap miminde keşfettim bu kitabı. Yaklaşık 1.5 haftadır süren mide üşütme problemi, kendimi bu hafta izinli olmam konusunda kurmuş , ama çalışmak zorunda olmam gibi konularla uğraştığımdan yavaş ilerliyor, belki de daha sonra okumak için kitaplığa kaldırmak daha iyi olacak.

21 Ocak 2010 Perşembe

YOĞURT MESELESİ



Geçen yıl marketten alışveriş yaparken (yerel bir marketti) gözüme çarpmıştı ilk defa FOÇA yoğurt ama alıpta denememiştim. Eşim gazetede firma sahibinin açıklamalarını okumuş denememiz için almış ve o günden beri biz bu yoğurdun müptelası olduk.

Akşam mandıradan yoğurt almak için içeriye adım attım ki, her gelen bu yoğurdu istiyor. İzmir'de sadece yerel bir markette ve mandıralarda satılıyor.

Biz eşimle bu yoğurdu yerken çocukluğumuza geri dönüyoruz, lezzet aynı o günlerdeki gibi.

Buraya yazıyım da henüz tatmayan varsa denesin dedim.

19 Ocak 2010 Salı

ANNE ÜNİVERSİTESİ

Anneler bize ne öğretti ?

Dualarin gücünü: Yat, kalk dua et ki baban müzik setinin bozuldugunu farketmedi..

Mantikli düsünmeyi: Ben öyle diyorsam öyledir!

İleri görüslülügü: Çikmadan önce temiz bir çamasir giy. Yolda Allah korusun basina bir sey gelir, kirli çamasirla etrafa rezil olursun.

Trajikomikligi: Sen daha gülmeye devam et, birazdan ben seni tam güldürecem.

Çeliskileri: Kapa çeneni çorbani iç!!

Dayanikliligi: O ispanak bitene kadar sofradan kalkmak YOK

Meteorolojiyi: Şu dağınıklığa bak.. Yabanci biri görse, odadan kasirga geçmis sanir.

Abartmayi: Sana 500 bin defa söyledim, kirli ayakkabilarinla içeri girme diye..

Korkmayi: Dinleme bakalim anne sözü dinleme! Kafana meteor düsecek kenara çekil diye bagirsam, onu bile dinlemezsin di mi?

Kiskanmayi: Dünyada senin annen baban gibi mükemmel bir aileye sahip olmayan
kaç milyon çocuk var biliyormusun?

Sabirli olmayi: Baban eve gelsin sen görürüsün..

Diyalog kurmayi: Sana bir sey sordugumda cevap ver! Ne söyleyeyim anne? Sus!! Bana cevap verme!!

Tip bilgilerini: Gözlerini sasi yaparken bir gün öyle kalıvereceksin

Olgunlugu: Bu tabagin hepsini bitirmezsen asla büyüyemezsin

Genetigi: Bütün kötü huylarin babana çekti..

Bilgeligi: Benim yasima gel de anlarsin o zaman..

Ve, adaleti: Birgün senin de çocuklarin olacak..Insallah onlar da sana simdi bana yaptiklarini yaparlar..

Ben bu yazılanların hepsini Deniz'e bir bir söylüyorum. En çok son şıktaki adalet kısmını.

13 Ocak 2010 Çarşamba

İÇELİM AKILLANALIM

Bir bufalo sürüsü en yavaş bufalonun hızında hareket edermiş.
Sürü saldırıya uğradığında ilk olarak en arkadaki zayıf ve yavaş olanlar öldürülürmüş.
Bu doğal seleksiyon sürünün tümü için yararlıymış , çünkü sürünün genel hızı ve sağlığı bu zayıf üyelerin ölümü sayesinde korunurmuş.
Aynı şekilde insan beyni de en yavaş beyin hücrelerinin hızında çalışırmış.
Bugün bildiğimiz gibi alkolün aşırı tüketimi beyin hücrelerini öldürmekteymiş.
Ancak, doğal olarak, alkol en yavaş ve zayıf beyin hücrelerine saldırmaktaymış.
Bu yolla rakının ve/veya şarabın düzenli tüketimi zayıf beyin hücrelerini öldürerek beynin daha hızlı ve etkili bir makine olmasını sağlamaktaymış.
İşte bu nedenle bir kaç kadehten sonra her zaman kendimizi daha zeki hissedermişiz.


HAMİŞ: İÇELİM AKILLANALIM… AFİYET OLSUN…

7 Ocak 2010 Perşembe

O GÜN

Bursa'da bir bey, eşinin doğumgünü (07 Ocak 1966) için ''O Gün...'' başlığıyla gazeteye bir kutlama ilanı vermiş. Ben haberi okuduğumda hemen eşime mail yoluyla gönderdim. Kızlar sizde benden kopyalayıp, eşlerinize gönderin derim.

Kutlama ilanında da şu ifadeler yer alıyormuş,

''ABD Başkanı Jhonson'dı, SSCB lideri Brejnev. O gün İran, peşmerge kuvvetiyle Kuzey Irak'ın büyük bölümünü kontrolü altına alan Mustafa Barzani'ye yardım etmediğini açıklamıştı.
Hindistan'da İndira Gandhi başbakan olmuştu.
Che Guevara, Küba'dan sonra devrimi ihraç etmek üzere Kongo'ya geçmiş, umduğunu bulamayınca ayrılmak zorunda kalmıştı ve Tanzaya'ya gitmişti.
Beatles, 'We Can Work It Out' adlı şarkısını piyasaya sürmüştü.
Türkiye'de Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'di, Başbakan da Süleyman Demirel. O gün genel seçimin üzerinden henüz 71 gün geçmiş, Demirel 240, İnönü 134, parlamentoya girmiş ilk sosyalist parti olan TİP 14 milletvekili çıkarmıştı. CHP'de parti içi görüş ayrılıkları başlamıştı, ortanın solu yaklaşımıyla değişim başlatma arayışında olan Ecevit, Genel Başkan İnönü'nün muhalefetine rağmen 10 ay sonra parti genel sekreterliğine seçilecekti. Fethullah Gülen, Ramazan ayı dolayısıyla Kırklareli vaizi olarak merkez camisinde vaaz vermişti.
Dünyayı dolaşan ilk Türk denizcisi Sadun Boro, 'Kısmet' adlı yelkenlisiyle Atlantik Okyanusu'nu 30 günde aşıp Barbados Adası'na ulaşmıştı. Ceyhan Nehri taşmış, 20 bin kişinin hayatının sel sebebiyle tehlikede olduğu bildirilmiş, fiyatların bir yıl öncesine oranla yüzde 40 arttığı açıklanmıştı.''
''7 Ocak 1966''ın büyük puntolarla belirtildiği ilan, şöyle devam ediyor:
''Günümüzle birçok benzerlikleri olan bu olayların hiçbirinin o gün olduğunu bilmiyorum. O gün başka bir şey oldu. O gün sen doğdun! Sevmekle onur duyduğum kadın, sen doğdun!
Tanıdığımdan beri yüreğimde ait olduğunu hissettiğim, yokluğunda yurdumdan sürgün kaldığım, varlığını hayata dönüş nefesi gibi içime çektiğim, yanındayken yaşamanın tüm ağırlıklarından kurtulmuş gibi huzur duyduğum kadın, sen doğdun.
İyi ki doğdun''

SUNSHİNE - GÜNEŞLİ ÖDÜL




Sevgili İkiz Annesi dilek beni Güneşli Ödüle layık görmüş.Yeni yeni okunup fark edilen bir blog olunca kendimi çok önemli hissettim. Çok teşekkür ederim Dilek.

Ben sanıyorum 12'yi tamamlayamam , acaba Dilek'e 2 kere versem hem o ikiz annesi, 2 kere hakediyor. Üstelik ödülü o bana vermiş , olsun kalpler bir olsun değil mi?

1- karyamvedamlam.blogspot.com
2- www.cafederins.com
3- kedisofrasi.blogspot.com
4- bestebonnard.blogspot.com
5- degisiktatlar.blogspot.com
6- mandalincikmazi.blogspot.com
8- asortik-krep.blogspot.com
9- yesimlitarifler.blogspot.com
10-aslena.blogspot.com

Hepinizi kocaman kucaklıyorum

6 Ocak 2010 Çarşamba

KİTAPLAR



İkiz annesi Dilek beni sobelerken Dijital Kaleyi okuyormuşum. Dijital kaleden sonra , Suskunları okurum demiştim amma 20 sayfasını okuyup , devam edemeyeceğimi düşündüm. Kazanan yalnızdır kitabı elime geçti ki pek tarzım olmadığı halde okudum. Kazanan yalnızdır bittiğinde suskunlara yeniden bir şans verdim ve iyi ki okumuşum, ilk sayfalar ne kadar sıkıcıysa sonraki sayfalarda karakterler suskun ama güzeldiler. Yazarın okuduğum ilk kitabıydı.Bir daha bu yazardan okurmusun? derseniz. Belki evet belki hayır.




Yazarın daha önce sadece Simyacı kitabını okumuştum.Çok polyanna gelmişti simyacı, o kadar yol katedip aradığının yanıbaşında olduğunu görmemek falan bunlar pek bana göre değil,fazla gerçekçi olmamla ilgili sanıyorum. Bu kitapta neyseki aranılan gerçek için verilen savaş yapış yapış değil aksine biraz karaydı.(Ben romanlarda hastalıklı karekterleri severim mesela Hamdi Koç'un kitaplarında bütün karekterler hastalıklıdır, bayılırım onlara).
Diyeceğim o ki okunmasa da olurdu.



ve gelelim kiraz çiçeklerine, internetten okuyanlardan etkilenip yine internetten satın alıp okudum. Tasvirler süper , kitabı okurken Japonya'yı görme hayalleri kurarken yakaladım kendimi. Çeviri'den kaynaklı olduğunu sandığım kesik geçişler var kitapta ki Japonca kitaplar genellikle Fransızca'dan Türkçeye çevriliyormuş. Benim okuduğum kitapta hiç bir şekilde çeviriyle ilgili bilgi yoktu.






Bu kitabı da Dijital Kale'den önce okumuştum. Zaman yolculuklarıı takip etmek biraz zordu ama çok eğlenceliydi, filmi görmek istemiyorum çünkü film kitapla aynı tadı vermiyor.

Ayşegül'ün içsesi konuşuyor.
--Şu yazarların hayal güçleri ne çok çalışıyor,
--neden benim ki bu kadar çalışmıyor?
-- E ben yazar değilim ki iyi bir okurum ondan

5 Ocak 2010 Salı

TENCEREDE PİZZA







Pazar günü Zehra'lardan eve dönerken Deniz Pizzacıya gidip pizza yemek istediğini beyan etti. Metro istasyonundan başımızı çıkardığımızda yağmurun güzel ama bizi pizzacıya ulaştıramayacağı yoğunlukta yağdığını gördük.
Denizkızımıza bende evde çabuk olsun diye tencerede pizza yapıverdim.
3 kahve fincanı un
2 yemek kaşığı zeytinyağ
1 yumurta
3 yemek kaşığı yoğurt
1 çay kaşığı tuz ve kabartma tozu
Bütün malzemeleri karıştırıp, hamur yaptım.
Teflon tencereyi yine zeytinyağı ile yağlayıp
1 tatlı kaşığı salçayı az su ile sulandırıp hamurun üzerine sürdüm.
Üzerine Kaşar peyniri döşeyip, sucuk ve sosis koyduktan sonra en üstüne yeniden kaşar peynirini ekledim. Ağzı Kapaklı tencede 25 dk kısık ateşte pisirdim ama 20 dk daha iyi olacakmış. Hamurun altı biraz kavruldu.
Deniz anne bir daha asla pizzacıya gitmeyelim lütfen hep sen yap dedi. Hatta Cuma akşamları biz ana-kız yemek yemeyiz daha çok eve gelirken pide alır , ayranla birlikte yeriz. Bu Cuma yine pizza yapmalıymışız!....
Böyle buyur du denizkızım............
Ama yine üzerinde aynı malzemeler olacak, aslında bende üzerinde bolca yesil ve kırmızı biber,mantar, zeytin belki mısır olan bir pizza yemek isterim ama Deniz yemek konusunda o kadar sabit ki yada inatçı yada kıl (Görümcem bu yazıyı okumamalı çünkü kıl lafına çok sinirleniyor) bir parça yemediği malzeme olsa bile hiç bir şekilde ağzına değdirmiyor. Mesela Deniz ile misafirliğe gitmek benim için bir eziyet. Hiç bir şey yemiyor, yada arkadaşlarının doğumgününe gittiğinde ben yemem diyor.
Zehra aşağıdaki yazıya bir daha ki sefere Deniz'e göre menü hazırlayacağım diye yazmış.
Ahhhhhhhhhhhh o kadar dertliyim ki , bu durumdan ben öyle çok utanıyorum ki .
Deniz için kim ne yaparsa yapsın, en güzeli bile olsa çocuk yememek için bir neden buluyor.
Anlatayım buyrun,
Yazın bir arkaşımın yazlığındayız, sanıyorum balık yedik üzerinede tahin helva geldi.
Deniz elini uzattı çünkü helva yiyiyor biliyorum, birden sofrada tahin helvasının neden yapıldığı soruldu ben hayırrrrrrrrrr derken (Başıma gelecekleri biliyorum) birileri susamdan yapıldığını söyleyiverdi. Deniz elini çekti , ben bir daha helva yemem dedi.
Peki sizce yiyiyor mudur ?
Pizza yaptığım akşam evde çok güzel helva vardı, şansımı denemek için sordum
--Denizzzzzzz helva yermisin
--Anne susamdan yapılan helvayı yemediğimi biliyorsun
--Ama bak bu çok özel, sana hamileyken ben hep bu markayı yiyordum,hımmmmmmmm
-- E dur bir tadayım
o kadar küçük bir parça yedi ki
olsun belki yeniden yemeye devam eder , benim ki züğürt tesellisi değil değil değil biliyorum.
Deniz kereviz yer, ben yaparsam
Deniz bamya yer , ben yaparsam
Deniz peynir yer, ben ona tattırarak marketten alırsam
Deniz balık yer, sadece kendisi balık yemeyi teklif ederse
Deniz domates yer , üzeri zeytinyağlı ve canı isterse
Deniz makarna yer, sadece spagetti
Deniz bulgur yer, sade yer
Deniz birde kurufasulye ve barbunya yer
Deniz yaprak sarması yer ve sık sık ister, sadece ben yaparsam ,belki halası yaptığında tadar
dolma yemez , aynı şey değilmiş. Fakattt Midye dolma yer, midye etlerini bana yedirir
Deniz pizza yer, sadece sucuk,sosis ve peynirli (peynirli pizza olmaz diye nasıl ikna edebildiğimi anlatmayım)
Deniz birde yoğurt yer , allahtan her öğün ve boll bol yer
bu kadar işte hepsi bu kadar ..........
Birde aynı tabak ve aynı çatal ile asla ikinci yemek yemez, her yemeğe ayrı tabak,ayrı çatal.

3 Ocak 2010 Pazar

YENİ YIL VE YENİ YILIN İLK MİSAFİRLİĞİ SEVGİLİ ZEHRA VE AİLESİ İLE BİR PAZAR GEÇİRDİK













Benim için yılbaşı partisi 31.12.2009 saat 15.00 itibariyle işyerinde başladı. İlk resimde sadece erkekler çıkmış ama , biz hanımlar azınlık değiliz. Çerezimizi, cipslerimizi ve vişne sularımızı içtik (Sek vişne dersem inanırmısınız????) Ben inanmadım sanki.....






Akşam saat 20.00 den sonra ablamıza geçtik



Eşimin ablamız için aldığı çiçek takdimimdir efendim yan taraftaki, aşağıdaki masayı da anlatıyım mı size .....








-- patates kızartması



--Kuru börülce salatası



--yoğurtlu havuç salatası
--kırmızı biber salatası
--sigara böreği










(Masada görünmeyenler)



--Et kavurma



--Fırında Tavuk



--Mantı makarna



-- final Çukulatalı sufle ( dr.oetker'in şelalesini yaptım)






Cuma ve cumartesi evde uzun oturuşla geçirdik amma pazar günü sevgili Zehra'ya misafirliğe gittik. Siz onun elimin ayarı güzel değildi demesine bakmayın bize çok güzel sofra hazırladı ama en önemlisi sıcak bir evde , sıcacık sohbet ile karnımızı , gözümüzü ve kalbimizi doyurdular aile olarak.