26 Ekim 2009 Pazartesi

SİNANGİL PAKETİM ve HAVUÇLU KEK




Geçen hafta Sinangil'den çok güzel bir mail aldım.Yeni bir uygulama için deneme paketi geldi. Fotoğraf makinemin azizliğine uğradığımdan fotoğraflayamadım. Bende bu teşekkür yazısı için Sinangil'in kendi sitesinden kopyaladığım fotoğrafları kullandım.


Hafta sonu misafirlerim için hemen havuçlu kek yaptım. (Fotğraflar malum makine azizliği) Zaten uzun süredir kullandığım Sinangil ile kekim harika oldu.

3 yumurta
1.5 su bardağı şeker
1 su bardağı süt
1 su bardağı sıvı yağ
2 orta boy havuç
1 orta boy elma
1 avuç ceviz
1 çay kaşığı tarçın
3 su bardağı Sinangil kekun

Havuç ile elmaları rendeledim , içine cevizlerive tarçını ekledim.
Yumurta ile şekeri çırptım (Ben keklerimi çatal ile çırparım,mikser kullanmam)
sütü ve yağı ekledim, çırptım.Havuçlu karışımı ekledim. En sonunda ununu ekledim
175 C / 35-40 dak. pişirip soğuyunca servis tabağına aldık.
Sonuç ,Issız Adam yese benimkinden güzel olmuş derdi!!!!!!!!!!

24 Ekim 2009 Cumartesi

BİRBİRİNDEN GÜZELLER BURADA

Bilgisayar bir tane olunca

İkbal teyzemizde çok güzel ama Gülnihal Teyzemiz kendi resmini beğenmemiş silmiş
Kendilerini çirkin yaptıklarında bile çok güzeller değil mi?
Annesiz arkadaşlar hatırası olmaz dı

Deniz'in okulların açıldığı hafta veli toplantısı vardı. Toplantıdan dönerken Onur'u da aldık. Evde teyzeleri vardı, Kreş arkadaşı Ece'nin ailesi bir düğüne gidecek olduklarından Ece misafirimizdi, mahalle arkadaşı Ayşenur'da bizdeydi.

E ne oldu. Ortaya karışık güzellikler çıktı.

Resimlere bakarken k ..... kaşıyabilirmisiniz . Nazar değmesini istemeyiz.

20 Ekim 2009 Salı

H1N1

evet bugünlerde hep bu formül(artık formül mü bu ne bilmiyorum ) karşımıza çıkıyor. efendim neymiş bu Grip mikrobunun adı ben bunu ilk defa çöplüğün generali - Oya Baydar kitabında duydum , öğrendim. Beni okuyan varmı bilmiyorum ama lütfen Çöplüğün Generali kitabını okuyun ve yazarın böyle bir hikayeyi kurgularken ne kadar zeki olduğunu farkedin. Farkedin ve bizi nelerin beklediğini , olası bize ve çocuklarımıza , çocuklarımızın geleceğine neler yapabileceklerini görün.

10 Ekim 2009 Cumartesi

MANTARLI MAKARNA







Mart ayından kalma çok güzel sofra ve güzel tebessümlü arkadaşlıklar.

Ayıptır söylemesi makarna konusunda iyiyimdir.(Hiç kendimi beğenmem)

Barilla spagetti 9-10 dk haşlanır, süzülüp kenarda bekletilir.

3 tane yeşil biber,1 tane kırmızı biber, 1 büyük kuru soğan ve blca sarımsak doğranır sızma ile kavrulur. Mantar (400grlık paket mümkünse doğranmış olanından)
eklenir suyu salıp çakene kadar yüksek ateşte çevrilir. altı kısılıp 1 paket yemek kreması(200 gr) ile aşk yaşatılır. Makarna ile buluşturulur.

valla ben yanında kırmızı şarap severim, peynir tabağı olmalı yukarıdaki masada karidesli brokoli ve kızartılmış yoğurtlanmış kırmızı biber birde salata vardı.
Kesinlikle tavsiye edilir.

7 Ekim 2009 Çarşamba

''Türkiye; Atatürk'ü Allah'a Borçlusun, Geriye Kalan Her şeyi de Atatürk'e




''Türkiye; Atatürk'ü Allah'a borçlusun, geriye kalan her şeyi de Atatürk'e..." DANIEL DUMOULIN


Şili'nin başkenti Santiago'da belediye, kentte yaşayan kişilerin örnek alması için bir parka, Atatürk'ün sözlerinin yer aldığı rölyefini yaptırdığı bildirildi. Söz konusu rölyef Aynur Kasabalı'nın seyahatlerden birinde ortaya çıktı. Geçen yıl bir Güney Amerika ülkesi olan Şili'ye yaptığı seyahatte ilişkin izlenimlerini, şöyle anlattı:
"Şili'nin başkenti Santiago kentinin Belediye Başkanının, kentte yaşayan kişilerin örnek alması için Apoguindo Caddesi'ndeki Novigod Parkı'na, Atatürk'ün, üzerinde bazı sözlerin de yer aldığı rölyefini yaptırdığını fark ettim. O an kendim ve Türklüğümle gurur duydum. O anı kelimelere dökmem imkansız. Zamanım kısıtlı olduğu için Belediye Başkanı ile görüşemedim. Ancak tercümanım aracıyla yetkililere sorduğumda, Atatürk'ün kentte örnek alındığı, herkesin örnek alması için de bir parka Atatürk rölyefinin konulduğunu öğrendim."
YAZININ TERCÜMESİ
Rölyef ve rölyefin bulunduğu anıt duvarın üzerindeki yazının ise kendisini daha da şaşırttığını ifade eden Kasabalı, yazıda İspanyolca, "Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu, vatanının fedakar ve sadık hizmetkarı, benzeri olmayan kahraman, insanlık idealinin canlı emsali... Bütün hayatını Türk Milletine vakfetmiş, milletine kendi ruhunu, ateşini vermiştir. Hatırası milletinin ruhunu ateşli tutan sönmez bir meşale olarak yaşamaktadır" sözlerinin yazılı olduğunu belirtti.

6 Ekim 2009 Salı

yorumsuz valla

Hırpani kıyafetli dilencilere benzemiyordu. Üzerindeki giysiler eski, fakat temizdi. Eli yüzü temiz ve sağlıklı görünüyordu. Bülent o adam hakkında "Sapa sağlam adam gidip çalışacağına dileniyor, belki benden daha zengindir" diye düşündü. Zaten canı çok sıkkındı, birde sinirlenmişti.
Alaycı bir ses tonuyla:

Bülent: Ekmek parası mı istiyorsun?
Diğer adam: Hayır çikolata parası lazım!

Bülent'in kızgınlığı şaşkınlığa döndü. Espri yeteneği olan dilencinin hali de başka oluyor diye düşündü.

Bülent: Niye siz ekmek bulamayınca çikolata mı yiyorsunuz?
Diğer adam: Hayır. Ekmek bulamadığımız günler genellikle bulgur pilavı yeriz, onu da bulamadıysak aç yatarız.


Bülent adamın ciddi mi konuştuğunu yoksa dalga mı geçtiğini anlayamamıştı.

Bülent: Bu gün karnınız doydu üstüne tatlı mı istedi canınız?
Diğer adam: Fakirin canı mı olur ki, tatlı istesin beyim.

Bülent: Bu bir kamera şakası mı yoksa sen iş bulamamış stendapçı mısın?
Diğer adam: Hiçbiri değil. Sadece fakirim. Bugün karımın doğum günü, ona çikolata götürmek istiyorum.

Bülent: Doğum gününde yaş pasta alınır bildiğim kadarıyla.
Diğer adam: O bizim için değil zenginler için. Otuz yıllık evliliğimiz boyunca ona bir kez bile yaş pasta alamadım. Ama her doğum gününde mutlaka çikolata götürdüm. Çikolatayı çok sever.



Adamın söyledikleri Bülent'in dikkatini çekmişti. O akşam karısıyla kavga etmiş, kapıyı çarpıp kendini sokağa atmıştı. Arabasına da binmemiş sahile kadar yürümüştü. Denizi seyretmek de onu rahatlatmamıştı. Oysa eskiden denizi seyrederken çok rahatlardı. Dalgalar sıkıntısını alıp götürürdü.
Fakat karısının evde ağlıyor olduğunu bildiği için olsa gerek, hiçbir şey onu rahatlatmıyordu.

Dilenciyle konuşurken biraz kafası dağılmıştı. "Acaba söyledikleri gerçek mi, yoksa uyduruyor mu" diye düşündü.


Bülent: Cebinde bir çikolata alacak para yok mu şimdi?


Bülent'in sorusu üzerine adam ceplerini boşalttı, bir nüfus cüzdanından başka bir şey çıkmadı.

Diğer adam: Ben dilenci değilim. İşim yok. Günlük çalışırım, ne iş bulursam yaparım. Fakat bu gün bütün gün iş aradım, aksilik bu ya, hiçbir iş bulamadım.


Bülent oturduğu bankı işaret ederek yer gösterdi.

Bülent: Oturun biraz dertleşelim bari , dedi.


Adam çekingen çekingen oturdu yanına.

Bülent: Yokmu eşin dostun, borç alacak akraban?
Diğer adam: Fakirin akrabaları da fakir olur beyim. Bulurlarsa kendi karınlarını doyururlar.

Bülent: Dilenecek kadar çok mu seviyorsun karını ?
Diğer adam: Hem de çok seviyorum. Otuz yılımı aydınlattı o benim.

Bülent: Hımmmm. Aşk hemde otuz yıl süren aşk. Hayret doğrusu! Aşkın ömrü en fazla üç yıl diyorlar oysa. Sen otuz yıldan bahsediyorsun.
Diğer adam: Evet. Geçen yıllar sevgimi azaltmadığı gibi artırdı.

Bülent: Söyle o zaman nedir evlilikte mutluluğun sırrı? Söylediklerine bakılırsa sen mutluluğun formülünü bulmuş gibisin.
Diğer adam: Ben ilkokulu bile bitirmedim. Öyle formül falan bilmem.

Bülent: Formül dediysem fizik formülü sormuyorum yaw. Bende altı yıllık evliyim. Sevdiğim kadınla evlendim, fakat mutlu değilim. Sürekli kavga ediyoruz. Daha iki saat önce kapıyı çarptım çıktım. Evimiz, arabamız, işimiz, gücümüz, her şeyimiz var, ama mutlu değiliz. Senin hiçbir şeyin yok, ama mutlusun. Para mı acaba bizi mutsuz eden?

Diğer adam: Hiçbir şeyim yok mu? Hayır benim her şeyim var. Benim karım her şeyim. Sevgilim, eşim, arkadaşım, hayat yoldaşım. Hayatımı paylaştığım insandan daha değerli ve daha önemli ne olabilir ki dünyada? Sizin ev, araba, iş diye her şey dediğiniz şeylerdir aslında hiçbir şey olan.

Bülent: Öyle deme, şu kadar varlığın içinde bile karım her şeyden şikayet ediyor. Bir de fakir olsam kim bilir ne olur?
Diğer adam: Altın tasın, kan kusana faydası yoktur! beyim. Sen kadın ruhunu hiç anlamamışsın. Hiçbir kadın iyi bir evde oturduğu, hergün çeşit çeşit yiyecekler yediği için mutlu olmaz. Bir kadın, kocasının her şeyi olduğunu bildiğinde ancak mutlu olur.

Bülent: Sizin mutluluğunuzun sırrı bumu ?
Diğer adam: Olabilir. Ben karıma değerli şeyler alamıyorum ama ona benim için ne kadar değerli olduğunu hissettiriyorum. O da çok mutlu oluyor.

Bülent: Bir kadına değerli olduğunu nasıl hissettirilir?
Diğer adam: Küçük kızı severek.

Bülent: Küçük kız mı ? Hangi küçük kız ?
Diğer adam: Yaşı kaç olursa olsun her kadının içinde hiç büyümeyen bir küçük kız vardır. O kızı ne kadar çok sever, ne kadar çok mutu edersen, o kadını da o kadar mutlu edersin.

Bülent: Nasıl yani ?
Diğer adam: Küçük kız neleri sever, nelerden hoşlanır bir düşünün. Küçük kızlar hep beğenilmek, ilgi görmek isterler. Güzel olduklarını duymaya bayılırlar. Kendilerine prensesmiş gibi davranılmasını beklerler. Küçük kızlar hep prenses olmayı hayal ederler. Sürprizlerden hoşlanırlar. Biraz şımartılmak isterler. Sevilmek ve sevildiklerini hep duymak isterler. İltifata doymaz küçük kızlar. Öyle değil mi?

Bülent: Haklısın. Benim dört yaşımda bir kızım var. Adı Aylin. Her akşam boynuma sarılır "babacığım beni ne kadar seviyorsun?" diye sorar. Giysisini değiştirdiği zaman etrafımda "Baba güzel olmuş muyum?" diye sorar durur. Güzelsin demem de yetmez ona. "Harikasın prenses gibi olmuşsun" demeliyim.Dünyanın en güzel kızı demeliyim.

Diğer adam: İşte kadınlar bir ömür boyu bunu duymak isterler. Ben elli yaşındaki karıma böyle davranıyorum. Ömrümüz olurda seksen, doksan yıl da yaşarsak ben ona böyle davranmaya devam edeceğim. Ona "bebeğim" diye hitap ediyorum çok hoşuna gidiyor. "Bebeğim bana bir çay yapar mısın?" dediğimde çay yapmak için nasıl koşturduğunu görmelisiniz.

Bülent: Hiç kavga etmezmisiniz siz?
Diğer adam: Kavga evliliğin tadı tuzu. Arada biz de tartışırız. Küsüp barışmanın tadı ayrıdır. Benim karım bir keçi kadar inatçıdır. Onunla barışmak için uğraşmak ayrı bir keyif verir bana.

Bülent: Benim eşim çok ciddi kadındır. Hiç küçük kız havası yok onda.
Diğer adam: Küçük kızlar büyüdükleri zaman artık sevgi, ilgi istemeye utanırlar. En ciddi yada en yaşlı kadının bile o küçük kız mutlaka vardır. Yeter ki sen o tatlı kızı sevindirmeyi, mutlu etmeyi bil. Ve o küçük kızı asla aldatma. Yoksa bir daha sana güvenmez ve ne yaparsan yap hep kuşkuyla bakar. Küçük kızlar hem çabuk mutlu olurlar hemde çabuk kırılırlar. Çok narindir onlar. Hoyrat elleri sevmezler. Yumuşak
dokunuşları severler.

Bülent: Bu tavsiyeni deneyeceğim. Fakat her zaman yapabilir miyim bilmiyorum. Bazen işlerim çok yoğun oluyor o zaman eve çok yorgun gidiyorum.
Diğer adam: Bu sadece bir bahane. O küçük kızı mutlu etmek dünyanın en kolay işi. Çoğu zaman birkaç tatlı söz yeterli olur. Sen o küçük kızı mutlu ettiğinde karşılığını fazlasıyla alırsın. Artık o seni rahat ettirmek için elinden gelen gayreti gösterir. Karısı mutlu olmayan erkek mutlu olamaz. Mutlu olmak isteyen erkek önce hayat arkadaşını mutlu etmelidir. Düşünsene somurtkan, mutsuz, sürekli söylenen biriyle yolculuğa çıksan ne kadar mutlu olabilirsin.


Bülent: Haklısında ben de bütün gün ailem için çalışıp yoruluyorum.
Diğer adam: Yine para, yine dış sebepler. Evet para önemli ve gerekli ama kadınlar para için erkekleri sevmezler. Para geçici mutluluklar verir. Kadınlar hediye almayı severler. Paran varsa hediye al tabi. Ama hediyeyle mutlu olmasını bekleme. Hediyenin yanına sevgini katmazsan hediyenin bir anlamı yoktur. Benim hiçbir zaman çok param olmadı. Günlük kazandım günlük yedik. Bazen aç kaldığımız günler oldu. Hiçbir zaman karımın kulaklarına altın küpe takamadım ama her zaman aşk sözleri fısıldadım. Hiçbir zaman boynuna pırlanta gerdanlık alamadım ama hep öpücüklerle sevdim boynunu. Hiçbir zaman ona ipek elbiseler giydiremedim ama kendi bedenimle ipek elbise gibi yumuşacık sardım bedenini ve mutlu ettim onu.


Adam ayağa kalktı.
Diğer adam: Bana müsaade, artık gitmeliyim, karım merak eder. Sende git evine küçük kızın gönlünü al, belki o küçük kız şimdi evde ağlayıp duruyordur.


Bülent de ayağa kalktı. Kuvvetlice elini sıktı.
Bülent: Sizi tanıdığıma çok memnun oldum.


Elini bıraktı koluna girdi. Yolun karşısındaki pastaneyi gösterdi.
Bülent: Hadi gel eşin için şuradan çikolatalı pasta alalım, dedi.


Pastayı aldılar. Adam hayatında ilk defa karısına yaş pasta götürmenin mutluluğuyla, bin
bir teşekkür ederek evinin yolunu tuttu. Bülent de pastanenin yanındaki manavdan karısının en sevdiği meyvelerden aldı.

Evine geldiğinde karısı şişmiş gözlerle mutfak masasında oturmuş su içiyordu. Bülent hiç konuşmadan meyveleri büyükçe bir tabağa döküp yıkadı., sonra eşinin önüne koydu.
Bülent: Bunlar dünyanın en şanslı meyveleri, dedi.


İnci hiç konuşmadı.

Bülent: Sorsana "niye" diye.


İnci kızgın kızgın bir şekilde bülente bakarak,
İnci: Niye?
Bülent: Çünkü dünyanın en güzel ve en tatlı kadının midesine gidecek.



dedi gayet ciddi bir ses tonuyla. İnci şaşırmıştı. Bir anda yüzünün ifadesi yumuşamıştı.

Bülent:Bunlar senin sevdiğin meyveler, senin için aldım.
İnci: Hayret bir şey! Her zaman kendi sevdiğin meyveleri alırdın. Benim hangi meyveleri sevdiğimi iyi hatırlamışsın. Aslında bu beklediğim istediğim bir şeydi. "bak senin sevdiğin meyveleri aldım" diyorsun ama şimdi kıymeti yok. Çünkü sana çok kırgınım, meyve alarak gönlümü alamazsın.

Bülent: Özür dilerim seni kırdığım için.


Sonra Bülent yere diz çöktü.
Bülent: Cezam neyse razıyım. Ama bir tek şey istiyorum senden. Seni delice seven bu adamı senden mahrum etme.


Bülent yere çömelmiş, boynu bükük bir vaziyette çok komik görünüyordu. İnci hafiften kıkır kıkır gülmeye başladı.
İnci: Affetmek o kadar kolay değil. Bakalım hangi cezalara katlanabileceksin


Bülent işte o zaman ona muzip muzip bakan eşinin içinde sakladığı küçük kızı gördü. Bundan sonra her şey daha farklı olacak diye düşündü.,.

1 Ekim 2009 Perşembe

ÇÖPLÜĞÜN GENERALİ


Katre-i Matem'den hemen sonra okuduğum kitap Çöplüğün Generali'ydi. Açıkçası alırken biraz düşünmüştüm çünki Oya Baydar'ın bir önceki kitabını (Kayıp Söz) okuyup hayal kırıklığına uğramıştım.

İyi ki okumuşum , roman sanki bir erkek tarafından yazılmış , konu sanki erkekçe gibi hissettirse de, bugünümüzü hatta yakın gelecekte olası durumları anlatan bir öykü. Filme alınsa şahane olur bence şiddetle tavsiye ederim.

Peki şu sıralar ne okuyorum. Ayfer Tunç'un "Bir deliler evinin yalan yanlış anlatılan kısa tarihi" kitabını. Ayfer Tunç hoşlandığım bir yazar " bir maniniz yoksa annemler size gelecek" kitabını okumuştum. Ayrıca yanlış hatırlamıyorsam
TRT de Sait Faik' in Havada Bulut isimli kitabını televizyon için senaryolaştırmıştı. Kitap yine bizi geçmişe götürken günümüzede hızlı geçişler yapıyor. Kitapta başlangıç olmadığı gibi bir sonun da olmadığını düşündüğümden sonu için heyacanlanmıyorum.

(benim sitemde sanki kitap eleştiri sitesi gibi oldu ya neyse)